19 Şubat 2012 Pazar

BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN...

BAVULLARI HEP TOPLU DURMALI İNSANIN...

Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...

Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz geçmeli...

İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...

Yalnızlığa alışmalı...

* * *
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...

Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.

Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.

* * *
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...

Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...

"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...

Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."

Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
* * *
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.

Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.

O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...

Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...

Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...

Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...

Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...

* * *
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...

Yollarla barışmalı...

Yalnızlığa alışmalı...


Can Dündar

İnternet ortamından alıntı yapıldı.

ETİKET İSTEMEYEN YALNIZ KADINLAR

ETİKET İSTEMEYEN YALNIZ KADINLAR

Aslında o kadar çoklar ki... Kesinlikle yalnızlıktan hoşlanmayan, paylaşmayı bilen, son derece hoş ve bakımlı kadınlar. Düzgün eğitimleri ve gelişimleri olan, iş hayatında erkeklerden çok daha başarılı. Genellikle yaşantılarında erken yapılmış bir evlilik ya var ya da yok. Eğer varsa da eşleri ile birlikte çıktıkları yolda kocalarının ciddi şekilde geri kaldığını görerek veya özgürlüklerine getirilen manasız kısıtlamalar sebebiyle boşanıp yollarına tek başlarına devam ediyorlar. Düzenli evleri, ev yaşamları, arkadaşlıkları, dengeleri ve etrafta uyandırdıkları saygınlıkları var. Okumayı, kültürel ve sanatsal faaliyetleri takip etmeyi seviyorlar. Bilerek ya da bilmeden kendilerini geliştirirken sınırlar oluşturmayı ve kendilerini korumayı da gayet iyi beceriyorlar. Bulundukları ortamlarda çok hoş arkadaşlıklar kurabiliyor, bunları ömür boyu zedelenmeden götürebilme marifetini de gösteriyorlar. Kurdukları her türlü ilişki uzun soluklu ve nitelikli. Duygusal ilişkilere de uzak değiller, beraberlikleri başladığında ellerinden geleni yapıyorlar ama anlaşılmaz kaprisler ya da istekler ile karşılaştıklarında şaşırıyorlar. Sonra da yalnız kalıyorlar. Çünkü yalnız kadın, erkeğe çok bilmiş görünüyor, öfke yaratıyor. İllişkilerde nörotik yaklaşım kadına has bilinirken, erkekte tuhaf naz-niyaz davranışları, garip istekler, evgilisini sahiplenmeme, onun donanımını küçümseyip yaptığı "biber dolmasını" eleştirme, kendine rakip görme, ondan öğrendikleri hoşuna gitse de bundan rahatsızlık duyma, aynı evi paylaşmaktan kaçış, küçümseme gibi davranışlar sergiliyor. Oysa çağdaş ilişkilerde biz değil miyiz, "Kadın beni sadece ben olduğum için sevsin" diyen! Oysa bu kadınlar tam da istedikleri gibi. Erkekten etiket istemeyip, onu o olduğu için sevenler... Kadın olduklarının unutulması haklı olarak çok ağır geliyor. Sanki kendine yetiyor olması, onu sevdiği için her şeyine katlanması, sevdiğinden maddi taleplerinin olmaması adeta olumsuz özellikleri haline gelmiş durumda. Haklı olarak, kullanılmak istemiyorlar, acaba bu mu erkeği rahatsız eden? Terapilerde edindiğimiz tecrübeler enteresan; erkek kendini savunmuyor, yaşadıklarının kendisini mutlu etmekle beraber zorladığını ifade ediyor. İlişkinin başlangıcından beri çok değiştiğini ve kendisini çok değerli gördüğünü bunu da sevgilisine borçlu olduğunu dürüstçe itiraf ediyor. Birlikteliklerden beklentileri sorulduğunda saydıklarının hepsi ilişkisi içinde zaten karşılanmış oluyor. Kadın için durum daha farklı. İlişkinin kurtulması adına her türlü öneriye açık. Dürüstlük, samimiyet ve gerçek ilgi istiyor, ama bu ilginin asla erkeğin sosyal yaşantısını etkiler halde yapış yapış sunulmasını istemiyor. Sonuçta yalnız kalıyor...

Doç. Dr. Özkan PEKTAŞ

İnternet ortamından alıntı

BİR KADINI AĞLATMAK

BİR KADINI AĞLATMAK
Bir kadını ağlatmak çok zor değildir aslında. Kadınlar her şeye ağlayabilir; bir filme, bir şarkıya, bir yazıya...

En az erkekler kadar yani!

Ama bir kadını yürekten ağlatmak zordur. Eğer bir kadın yürekten ağlıyorsa, ağlatan onun yüreğine ulaşmış demektir. Ama o yüreğin değerini bilememiş olacak ki ağlatan, gözünü bile kırpmadan teker teker batırır iğnelerini yüreğe!

İşte o zaman koca bir yumruk gelir oturur boğazına kadının. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canını çok acıtır. Gözleri buğulanır kadının sonra. Ağlamayacağım, der içinden. Ama engel olamaz işte. Çünkü yüreğine ulaşmıştır birileri ve iğneler saplamaktadır. Bu acıya ne kadar karşı koyabilir ki bir kadın. İnce ince süzülür yaşlar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yağmur seli...

Ve kadın ağlar; hem de çok! Sanmayın ki gidene ağlar kadın! Gidenin giderken koparttığı yerdir onu ağlatan, orada bıraktığı yaradır. O yaranın hiç kapanmayacağını, kapansa bile izinin kalacağını bilir kadın; o yüzden ağlar. Ama bilir misiniz, ağlamak kadınları olgunlaştırır. Her damla, daha çok kadın yapar kadınları. Her damla bir derstir çünkü. Bazen kadınlar ağladığında çoğu insan, ağlama niye ağlıyorsun ki, değmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. Çünkü yürekleri acıyan kadınlar ağlamazlarsa, ölürler. İçlerindeki zehirdir onları öldüren! Ağlayarak o zehirden kurtulur kadınlar, o irini temizlerler yaralarındaki! Çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüşür yaraları.Dönüşmemesi lazımdır oysa. O yüzden de bolca ağlarlar. Zaman geçer sonra. Kadınlar kendilerine sarılmayı öğrenirler. Umarım öğrenirler, yoksa ruhlar sapkın yollara çarpar kendini. Sapan ruhların doğru yolu bulması da yeni acılar demektir. Bunu bilir kadınlar, o yüzden eninde sonunda öğrenirler kendilerine sarılmayı...

Çok ağlayan kadınlar, bir çok şeyden vazgeçen kadınlardır aslında. Her damla olgunlaştırır kadınları evet ama olgunlaştıkça o safça inandıkları aşk gerçeği onların gözünde küçülür. Küçüldükçe değerini yitirir ve işte o zaman kendilerine sarılıp, yeni bir kadın yaratırlar kendilerinden.
Güçlü, yenilmez, mağrur ve aşka inanmayan...

İnsanlar soruyorlar çoğu zaman neden bu kadar çok bekar kadın var diye; hepsi kariyer derdinde olan. Çünkü inançlarını yitirdi o kadınlar. Zamanında yüreklerine o kadar çok iğne saplandı ki, o kadar çok ağladılar ki! Artık kendilerinden başka bir doğru olmadığına inanıyorlar, o yüzden kendilerine sarılıyorlar. Çünkü biliyorlar ki sarıldıkları adamlar onları hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çıkarları oldu sarıldıkları adamların. E.. o zaman niye sarılsınlar ki! Niye sarılalım ki! Etrafınızda yürekten ağlayan bir kadın varsa bilin ki olgunlaşıyordur.

Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye başlamıştır. Bilin ki, artık aşkın olmadığına inanmıştır. Bilin ki, sarılacak tek bir doğrusu kalmıştır. O da kim, ne diye sormayın artık. Çok ağlayan kadınlar, eninde sonunda kendilerine sarılırlar çünkü!

AZİZ NESİN

İnternet Ortamından Alıntı Yapıldı.