22 Kasım 2012 Perşembe

YAĞMURDA ATA’YI ANMAK


YAĞMURDA ATA’YI ANMAK

Yağmuru severim. Ne güzeldir, gökyüzünden inen su damlacıkları... Bazen önüne kattığını sürükleyip götüren, bir tohumu filizlendirip bitkiye, ağaca dönüştüren... En güzeli de yağmurda yürümek, huzur verir insana... Yaşamın kaynağı desek daha doğru olur sanırım, bu küçük su taneciklerine...
Bu 10 Kasım sabahı Ankara'da alabildiğine yağmur yağıyordu. Çoğu 10 Kasımlarda arabadan iner bir dakikalık saygı duruşunda bulunurdum. Sirene eşlik eden kornalarla birlikte, trafiği kapadığımızı düşünen geri zihniyetlerin kornalarına aldırış etmeden caddede durmak beni hüzünlendirirdi....
Cumhuriyet Bayramını bayramdan saymayanlara inat, bu 10 Kasım'da Atamı kabrinde, bine bir katacağımı düşünerek elimde kırmızı karanfilimle oradaydım. Anıtkabirin bahçesi çalıştığım iş yerinin arka bahçesine denk geliyordu. Her gün bu semte iş için gelip giderken o gün Atam için gelmiştim. Yağmur gittikçe hızlanıyordu. Sanki hava da bizimle yas tutuyor, ağlıyordu. Yağmurun yağması yasımızı bozmamıştı. 
Anıtkabire çıkan tüm sokaklarda beklediğimden fazla polis vardı. Anıtkabirin bahçesine denk gelen sokakta, bütün apartmanların önlerinde polisler üçer dörder bekleşiyorlardı. Tüm sokakların Anıtkabir girişi tutulmuş, yakınına bile yaklaşamamıştık. Yollar trafiğe kapatılmamış, Atamızın kabri insana kapatılmıştı. Saat 10.00' da açılacağı ağızdan ağza dolaşmıştı. 
Saat 09.05 geçe olmuş, Atamız için saygı duruşunda bulunmuştuk. O an orada bulunmak çok şey ifade ediyordu!
Kapıların açılacağı zamanı beklerken, bir Ankara klasiği olan simit çay iyi gider deyip simitçiye doğru yönelmiştim. Ara sokakta, yerde biriken, bir yandan da tüm hızıyla yağan yağmurda daha fazla ıslanmamak için hızlı hızlı ilerlerken, ben ve benimle birlikte yürüyen kalabalığı hiçe sayan bir arabanın sürücüsü yolda biriken çamurlu suyu yol boyunca bize sıçratarak geçip gitmişti. Ne bir yavaşlama, ne durup bekleme yapmaksızın...
Elimde tutuğum şemsiye anlamını yitirmiş, yağan yağmurdan çok yerde biriken yağmur suyundan, medeniyetten uzak araba kullanıcısı yüzünden ıslanmıştım. Kabanım, ayakkabım, elim, yüzüm, saçlarım, ıslanmayan yerim kalmamıştı. Bildiğim ne kadar kötü söz varsa tümü bir anda ağzımdan çıkıvermişti.
Aklıma Almanya Freiburg'da yaşayan arkadaşımın paylaştığı yağmurla ilgili bir anısı gelmişti.
"Dün sabah hava güzeldi. Bu güzel havayı biraz ilerideki Karaorman'da yürüyüş yaparak teneffüs etmek istedim" diye anlatmıştı. "Sonbaharın her rengini görmek büyüleyiciydi, birkaç fotoğraf çekmek istedimse de elimi cebime attığımda cep telefonumu yanıma almadığımı hatırladım" deyip, bu güzellikleri seninle paylaşamadığımız için üzgünüm" demişti. Ormanın içerisinde yürürken beklenmedik bir anda karşısına üç köpeği ile bir kadın çıkmış; "korkudan oradaki ağacın gövdesine sinivermişim" demişti. "Kadın; 'her ne kadar korkmayın bir şey yapmazlar' dese de nafile, korkudan tir tir titriyordum. Neyse uzaklaştılar da rahatladım" demişti.
"Birden ne olduğunu anlamadığım bir karanlık çökmüş, bir gürültü kopmuş, nereden geldiğini anlamadığım rüzgar, yağan yağmuru üzerimize savurmuştu. Her zaman yağmurlu olan bu şehrin havası için bugün önlem almamıştım. Dedim ya; hava harika idi" diyerek tekrarlamıştı. "Yağmurdan yürüyemiyor, ilerleyemiyordum. Korunacak bir kuytu bulamadığım için biran önce eve gitmek en doğrusu demiştim. Keşke telefonum yanımda olsaydı, evdekilerin beni almasını isterdim. Ormanda benden başka kimse kalmamış, yalnızlığın verdiği korku beni daha da telaşlandırmıştı. Yolun ilerisinden sönük bir araba farı belirmişti. Araba küçük, külüstürdü. Benim tam karşımdan gelmiş, yanımda duruvermişti. Daha da korkmuştum" diyerek beni de anlattıklarıyla heyecanlandırmıştı. "Arabanın içerisindeki kadın camı aralamış; 'gelin, gideceğiniz yere bırakayım' demişti. O an hatırlamıştım, biraz önce köpekleriyle yürüyen o kadındı. Arabanın kapısını açıp tekrar; "hadi gelin" deyip, beni içeri çağırsa da, arka koltukta üç köpeği görünce içeri uzattığım kafamı, dışarı çekmem bir oldu. "İmkansız, binemem ben, çok korkarım köpeklerden" dedim. 
"'Binin, bu hava düzelmez, daha da kötüler, size bir şey yapmazlar gelin...' ısrarlarına daha fazla dayanmayıp bindim" demişti. "Koltukta otururken ki halimi sana anlatamam!.." deyip çaresizliğini dile getirmişti. "Anladım ki o kadın benim için gelmişti. Sırf beni almak için kendi yolunun tam tersi istikamete, ormana doğru gelmişti. İnerken ne kadar teşekkür edeceğimi bilemesem de, sonradan neden bir isim, bir telefon numarası almadım ki diyerek yazıklanmıştım" demişti.
Arkadaşımın bu güzel anısını, üzerimdeki ıslak giysileri, simitçinin kaloriferinde kurutmaya çalışırken aklımdan geçirmiştim. Yağmurun güzelliği gitmiş, üzerimdeki ıslak giysilerle en az birkaç saat daha geçireceğimi düşünerek hastalanmamayı umut etmiştim. 
Hiç kimse için değil, sadece kendi geleceğime sahip çıkabilmek için Anıtkabirde kalabalığın içerisinde buluvermiştim kendimi... Megafondan bir ses geldi kulağıma, "Uğur Mumcu!" Topyekün kalabalık "Burdaaa" diye bağırdı. "Muammer Aksoy," dedi ardından. Kalabalık yine yanıtladı "Burdaaa..." "Bahriye Üçok," "Burdaaa..." "Eşref Bitlis," "Burdaaa..."
Düşüncesi yüzünden öldürülen aydınlar anılmıştı Atamızın huzurunda bir bir. "Mustafa Kemal Atatürk" deyince megafondaki ses; herkes, hep bir ağızdan yer gök inlercesine "Burdaaa" diye haykırdı…
YENER BALTA, 21 KASIM 2012


17 Kasım 2012 Cumartesi

ZİHİN



ZİHİN
Zihin hisseden, algılayan, düşünen, isteyen ve zihin kavramının içine şuur(bilinç), duygu, hayal, içe bakış, yönelim, düşünme, irade kavramları da girmektedir .Zihin mental fonksiyonlarımızın tümünü içine alan bir kavramdır.

Zihin hisseden, algılayan, düşünen, isteyen ve zihin kavramının içine şuur(bilinç), duygu, hayal, içe bakış, yönelim, düşünme, irade kavramları da girmektedir .Zihin mental fonksiyonlarımızın tümünü içine alan bir kavramdır.Düşünme bir zihin aktivitesidir ve düşünmek bir şeye yönelmişliktir.Akıl düşüncenin bir yöntemi gibidir.Zihin akıldan daha çok kapsamlı olan bir kavramdır.

Zihin Düşünceler üretmek ve dolaşıp durmak zihnin doğası gereğidir. Zihin demek kargaşa demektir, huzursuzluk zihnin kendisidir. Ona göre huzur veren, hoş olanlar üstün; acı verenlerse eksiklerdir. Bizim ilerleme dediğimi ise hoş olmayandan hoş olana bir değişimdir. Fakat değişenler kendi başlarına değişmez ve olana ulaştırmazlar çünkü başlangıcı olan bir şeyin sonucu da olmalıdır. Gerçek olan başlamaz, o ancak başlangıçsız sonsuz ve her şeyi kaplayandır.Gerçeğe ulaşma yolunda ilerleyebilmek için zihinin tamamen sakinleştirilmesi gerekmektedir ve o nedenle İnsanın yapması gereken bilinci zihnin ötesine geçirebilmek olmalıdır. Zihin önceleri isyan eder ve kabullenmez fakat sabır ve disiplinli çalışmalarla zihin sakinleştirilir. Zihin her zaman huzursudur öz varlık ise zihnin ötesinde ve sakin durmaktadır. Öz varlık insandır, şimdi ve burada olandır. Zihni kendi haline bırakın, farkında fakat ona müdahale etmeyin ve o zaman anlayacaksınız ki uyanık fakat bağımlılıktan uzak bir biçim de olayların geliş ve geçişlerini izlemek aslında insanın gerçek doğasıdır. İnsan içsel sakinliğe ulaştığında zaten her şey doğal biçimde ve zorlanmaksın artık kendiliğinden oluşacaktır. Zihin sükûnet bulduğunda kendimizi saf ve doğal halimizle görür ve tanırız. Zihin soyutlar, yargılar ve eleştirir.Geçmiş ve gelecek zihne aittir fakat gerçek olan şimdidir. Ancak zihin doğru bir şekilde kullanılırsa muhteşem bir güce sahiptir ama yanlış kullanılırsa da yıkıcı bir hale gelir. Zihin aslında hayatta kalmamızı sağlayan bir makine gibidir. O diğer zihinlere karşı kendini koruma, bilgi toplama, depolama ve analiz etme konularında iyidir ama yaratıcı değildir. Çünkü tüm yaratıcılık içsel sessizlikte var olmaktadır ve sonra zihin bu yaratıcı iç görüye bir şekil,form verir.

İnsan zihnin nasıl çalıştığına dikkat edip ve onun direnç kalıplarının dışına çıkabilirse ki ancak o zaman zihni doğru kullanabilir ve bu da şimdide kalmak farkındalığıyla mümkündür. Çünkü şimdide kalmak zihni sakinleştire bilecek en etkili yollardan birisidir.

Nursen Aslandoğan

EGO

EGO

Ego sen değilsin. Ego her türlü arzuya, hırsa, kurnazlığa sahiptir, her şeyin her zaman zirvesinde olmak ister.

Ego ben, benlik, kendinlik. Ego insanın hem özne boyutunu tanımlayan irade, bilinç ve vicdanı hem de onun nesne boyutunu stanımlayan, dürtülerini, iç isteklerini, tutkularını, içsel enerji kaynaklarını içine alan çok boyutlu bir komplekstir. Gurur, öfke, kin, korku bunlar hep egonun beslendiği duygular. Otomatik olarak işleyen ancak irade ve bilinçle kontrol edilebilir olan bu mekanizmalar, psikolojide ego savunma sistemleri olarak adlandırılır.

Ego insanın gerçek özünün tam tersidir. Ego sen değilsin. Ego her türlü arzuya, hırsa, kurnazlığa sahiptir, her şeyin her zaman zirvesinde olmak ister. Ego ve zihin arasındaki en güçlü bağ yok olma yani ölüm korkusudur. Bir insan zihniyle özdeşleştiği sürece egodan kurtulamaz ve yaşamını yönetir. Ego sürekli kendisini tehdit altında görür ve güvensizdir. Ego dıştan çok güvenli görünse bile beden sürekli olarak sahte benlik egodan mesajlar alır. Tehlike, ben tehdit altındayım gibi ve sürekli bu mesajlar tarafından üretilen duygu tabi ki korkudur. Korkunun görünüşte pek çok nedenleri vardır. Kaybetme korkusu, başarısızlık korkusu, incinme korkusu vs ama nihaiyi olarak tüm korkular egonun ölümü, yok olma korkusudur. Zihinle de özdeşleşmiş olan egonun vermiş olduğu ölüm korkusu insanın yaşamının her anını olumsuz etkiler. Egosal zihnin ayrılmaz bir parçası olan duygusal acılar da insan yaşamını olumsuz etkiler. İnsanda tedirginlik, yeterince iyi olmadığı düşüncesine ve duygularına neden olur. İnsan, egosal zihin yaşamını yönettiği sürece gerçekten huzur içinde olamaz. Çünkü ego bir şeylerden alınan benlik duygusu olduğundan o dışsal şeylerle özdeşleşmeye ihtiyaç duyar. En yaygın ego özdeşleşmesi mal, yaptığınız iş, toplumsal statü, itibar, bilgi, eğitim, fiziksel görünüm ve bunlar tabi ki çoğaltılabilir. Bunların hiç birisi insanın gerçek kendisi değildir.

İnsan gerçekten zihinsel özdeşleşmeyi bırakıp, zihinden özgürleşmesi, çok uyanık, çok anda mevcut ve kendisine karşı çok dürüst olması gerekir. Eğer kendinizi çok hafif, berrak ve derin bir biçimde huzurlu hissederseniz bu sizin gerçekten teslim olduğunuzu gösteren açık bir işarettir. Çünkü zihinsel pozisyonlarla özdeşleşme ortadan kalktığında, gerçek Öz Varlıkla iletişim başlar.

-Yaşam şimdidir.

-Yaşam durumu bir zihin ürünüdür.

Saygılarımla,
Nursen Aslandoğan

9 Kasım 2012 Cuma

ÖFKE VE ÖFKE KONTROLU



ÖFKE VE ÖFKE KONTROLU

Hülya Kökdemir
hkokdemir@tedankara.k12.tr
ELYADAL




Öfke...




A. Normal,

B. Herkes tarafından hissedilen,

C. Vazgeçilemeyen,

D. Güçlü fakat kontrol edilmesi öğrenilebilen,

E. Saldırganlıkla aynı şey olmayan (saldırganlık; öfkenin kontrol edilemediği durumda ortaya çıkan bir davranıştır),

F. Yukarıdakilerin hepsi.




Eğer cevabınız F ise, öfkenin herkes tarafından hissedilen normal bir duygu olduğunu kabul ediyorsunuz demektir. Öfke bir davranış değildir. Öfke hayatın bir parçasıdır ve toplumun bize öfkemizle nasıl baş edeceğimizi öğretmede pek başarılı olduğu söylenemez. Genellikle kızların öfkeli görünmesi hoş karşılanmazken, erkeklerin öfkelerini olumsuz davranışlarla dışa vurmaları teşvik edilir ve ödüllendirilir. Peki öfke nedir?

ÖFKE

Öfke uygun ifade edildiğinde, son derece sağlıklı ve doğal bir duygudur. Ancak kontrolden çıkıp da yıkıcı hale dönüşürse okul-iş hayatında, kişisel ilişkilerde ve genel yaşam kalitesinde sorunlara yol açar. Pek çok kişisel ve sosyal problemlerin (örneğin, çocuk istismarı, aile içi şiddet, fiziksel ya da sözel saldırganlık, toplumsal şiddet) temelinde öfke vardır. Öfke hem dışsal, hem de içsel bazı olaylarla ortaya çıkar.

Arkadaşınız, anneniz, kardeşiniz, sokaktaki bir adam, öğretmeniniz gibi belli bir insana öfkelenebileceğiniz gibi; trafik sıkışıklığı, iptal edilen bir randevu gibi bir olaya da öfkelenebilirsiniz. Öfkelenmenizden kendi kişisel kuruntularınız sorumlu olabileceği gibi, daha önceden başınızdan geçmiş ve sizi öfkelendirmiş bazı olayların anıları da sorumlu olabilir.

Genellikle öfkeye yol açan nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sayılabilir.

Psikologlara göre, öfkelendiğimizde 5 boyut birbiriyle ilişkili ve eşzamanlı olarak aktif olur. Bu boyutlar:

• Biliş – O andaki düşüncelerimizdir.

• Duygu – Öfkenin yol açtığı fiziksel uyarılmadır.

• İletişim – Öfkemizi çevremizdekilere yansıtma biçimimizdir.

• Etkileniş – Öfkeli olduğumuzda hayatı algılayış biçimimizdir.

• Davranış – Öfkeli olduğumuzda sergilediğimiz davranışlardır.

Öfke Durumunda Vücut Tepkileri

Öfke, çok hafif bir tepkiden hiddete kadar farklı yoğunlukta yaşanan bir duygudur. Diğer duygular gibi fizyolojik ve biyolojik değişmelerle birlikte hissedilir. Eğer dinlemeyi biliyorsak, vücudumuz bize öfkeli olduğumuz konusunda bilgi verir. Öfkenin fiziksel işaretleri vardır:

• Uyaran duyguyu harekete geçirir,

• Stres ve gerginlik başlar,

• Enerjiyi arttıran Adrenalin salgısı artar,

• Nefes alıp verme sıklaşır,

• Kalp atışları hızlanır,

• Kan basıncı artar,

• Vücut ve zihin “savaş ya da kaç” tepkisi için hazırdır.

Sağlığa Etkisi

Uzmanlar bastırılan öfkenin kaygı ve depresyona yol açtığını iddia ediyorlar. İfade edilmeyen öfke, kişiler arası ilişkileri bozabileceği gibi, zihinsel ve fiziksel problemlere de yol açabilir. Doğru ifade edilmeyen öfkenin yol açtığı fiziksel problemler arasında;

• Baş ağrıları,

• Mide rahatsızlıkları,

• Solunum problemleri,

• Cilt problemleri,

• Jenital ve böbrek fonksiyonlarında problemler,

• Artirit,

• Sinir sistemi rahatsızlıkları,

• Dolaşım sorunları,

• Varolan fiziksel rahatsızlıkların kötüleşmesi,

• Duygusal rahatsızlıklar,

• ve intihar sayılabilir.


Öfkemizi Boşaltmak İyi Midir?

Psikologlar artık bunun çok yanlış ve tehlikeli bir inanç olduğunu göstermişlerdir. Bazı insanlar bu inancı, diğer kişileri incitmek için verilmiş bir onay gibi algılamaktadırlar. Araştırmalar, kızgınlık duygusunun “boşaltılması”nın kızgınlık, öfke ve saldırganlığı daha çok arttırdığını ve sorunu çözmek için hiçbir yararı olmadığını göstermektedir. Onun için en iyisi, kızgınlığınızı neyin tetiklediğini bulmanız ve kendinizi kaybetmeden, bu nedenlerle başa çıkabileceğiniz stratejileri geliştirmenizdir.

Öfke Kontrolü

Öfkeyi doğru ifade etme becerisini kazanmaya “öfke kontrolü” denir. Öfke kontrolünde temel amaç; saldırganlıktan uzak, şiddet içermeyen, kişinin kendisine ve çevresindekilere zarar vermeyecek şekilde duygusunu ifade etme becerisini kazanmasıdır.

Öfke kontrolünü öğreten pek çok yöntem vardır. Doğru yöntem kişiden kişiye değişir. Doğru yöntemi belirlerken; kişinin kendi kişiliğine, yaşam tarzına uygun olanı seçmesi ve seçtiği yöntemi uygularken günlük yaşamında fazladan sıkıntı hissetmemesi göz önüne alınması gereken temel faktörlerdir.

Genel olarak öfke kontrol yöntemleri; bilişsel, duyuşsal, iletişim, duygusal ve davranışsal boyutları içerir.

Bilişsel Yöntemler:

• Kışkırtmanın tanımlanması – Sizi kışkırtan durumlarla yüzleşme ve bunlardan kaçınma verisi sağlar.

• Alternatif açıklamalar – Sizi kışkırtan olaya değişik açıklamalar getirmek ve farklı bakış açıları düşünmek, sizi daha doğru tepkiler vermeye yönlendirebilir.

• Öfkenin çarpıtmalarıyla savaşma – Öfkenizi, düşünme biçiminizi yeniden gözden geçirmek için bir uyarı olarak kullanabilirsiniz.

• Öfke kontrol yönergeleri – Öfkelendiğinizde, öfkenizi kendinize ait yönerge cümleleriyle kontrol etmeye çalışabilirsiniz (“öfkenin seni ele geçirmesine izin verme”, “derin bir nefes al” gibi).

• Beklentilerin netleştirilmesi – Karşılaşabileceğiniz olayları önceden tahmin edip ona göre davranabilirsiniz.

• Zihinsel tekrarlar – Olumlu bir olayı örnek alıp, ardından kafanızda tekrarlayıp ders çıkarabilirsiniz.

Duyuşsal Yöntemler:

• Biofeedback –Öfke durumunda vücudunuzun nasıl tepkiler verdiğini keşfederek, bunu fiziksel uyarılmanızı azaltmak, düşünce ve davranışlarınızı değiştirmek için bir ipucu olarak kullanabilirsiniz.

• Alternatif uyarılma oluşturma – Öfke ya da fiziksel uyarılmaya muhalif başka bir uyarılma (örneğin, gevşeme ve espri) oluşturmak için öfkenizi bir ipucu olarak kullanabilirsiniz.

• Uyarılmanın yönünü değiştirme – Öfkelendiğinizde yaşadığınız fiziksel uyarılmanın yarattığı enerjiyi, üretime dönüşebilecek önemli bir kaynak olarak kullanabilirsiniz.

İletişim:

• Atılganlık (kendini ifade etme) – Size gereksinimlerinizi ve meşru haklarınızı kabul edilir yollarla ifade etme becerisini öğretir.

• Dinleme – İletişim kanallarınızı açık tutmanızı sağlar.

• Tartışma – İki insan arasındaki çatışmayı fikir birliğine vararak çözme sürecidir.

• Eleştirme – Yapıcı eleştiri yapabilme ve alabilme becerisidir.

• Yansıtma – Kişinin, davranışının kabul edilemez olduğunu algılama sorumluluğunu alma becerisidir. Tanımlandıktan sonra, kabul edilemez olan davranış özel olarak açıklanr. Durum somut ve açık olarak ifade edilir.

• Övme – Diğer kişinin savunmacı davranma şansını azaltır.

Duygusal Yöntemler:

• Duyguların farkında olma – Duyguların doğru yöntemle ifade edilebilmesi için, öncelikle tanınmaları gerekir.

• Duyguları ifade etme – Duyguları olumlu yolla ifade etme becerisi.

• Olumlu etki yaratma – Kendinizi olumlu duygu durumunda tutun, çevrenizdekilerde olumlu etki bırakın, her günde olumlu bir olay bulun, yapabileceğiniz ölçüde yardım önerin ve nazik olun.

Davranışsal Boyut:

• Kendi öfke davranışını öğrenme – Öfkeli olduğumuzda sergilediğimiz davranışları belirleme.

• Verimli (üretken) öfke davranışı oluşturma – Kendinizi kışkırtan ve yıkıcı davranışlardan uzak tutarak, öfkelenmekten koruyun.

• Davranış değiştirme: Yeni hareketleri kolaylaştırma – Öfkelendiğinizde sergilediğiniz olumsuz hareketleri daha olumlu olanlarla yer değiştirin.

• Öfkenin ABC’sini öğrenme – Bu yöntem size, öfkelenmenize yol açan sebepleri (Anger trigger), sizin davranışlarınızı (Behavior) ve davranışlarınızın sonuçlarını (Consequences) gözden geçirme ve yeniden değerlendirme fırsatı tanır.

ÖFKE KONTROL YÖNTEMLERİ

Bilişsel Yöntemler

Öfke kontrolünde bilişsel yöntemler denince akla, zihinsel anlamlandırma süreçleri ve düşünceler gelmelidir.

Bilişsel Yeniden Yapılandırma

Bu strateji en basit anlamıyla düşünme tarzınızı değiştirmek demektir. Kızgın insanlar düşüncelerini küfrederek, bağırıp çağırarak ifade etme eğilimindedirler.

• Kızgın olduğunuz zaman genellikle düşünceleriniz gerçeği yansıtmaktan çok,

olayların abartılmış ve çarpıtılmış bir şekilde algılandığını yansıtır. Bu tür düşünceleri fark edin ve yerine daha mantıklı olanları yerleştirin. Örneğin; kendi kendinize “Eyvah! Şimdi her şey mahvoldu!” gibi bir şey söylemek yerine, “Evet, çok can sıkıcı! Neden kızdığımı çok iyi anlıyorum. Ama dünyanın sonu değil ve buna kızmam, bu olayı olmamış hale getirmeyecek.” diyebilirsiniz. Her iki düşünceyi de zihninizden geçirerek deneyin. Kızgınlığınızın hangi düşünceyle arttığını ya da azaldığını görün.

• Farkında olmadan çok sık kullandığımız ve bizi kızgınlık duygularına hazırlayan, “asla!” ya da “her zaman!” gibi sözcükleri zihninizde yakalamaya çalışın. “Bu asansör asla çalışmaz!” ya da “Zaten her zaman telefon etmeyi unutursun!” gibi cümleler sadece hatalı değildir; aynı zamanda kızgınlık duygunuzda haklı olduğunuzu düşünmenize de yol açar ve siz durumla ilgili yargıyı vermiş olduğunuzdan, problemin çözümüne de katkıda bulunmaz. Örneğin, randevularına sürekli olarak geç gelen bir arkadaşınız olduğunu düşünelim. Hemen saldırmaya kalkmayın. Bunun yerine, neyi elde etmek istediğinizi, amacınızı düşünün. Sizin asıl istediğiniz arkadaşınızın randevuya sizinle aynı saatte gelmesi değil mi? O halde “Her zaman geç kalırsın! Tanıdığım en sorumsuz ve kayıtsız kişisin!” gibi yargılardan kaçının. Bu tür cümleler sadece arkadaşınızı incitmeye ve onun da kızmasına yol açacaktır. Ancak sorunun çözümüne katkıda bulunmayacak, hatta ilişkiyi bozarak zorlaştıracaktır. Bunun yerine; eğer bu arkadaşınız sizin için önemliyse, problemin ne olduğunu ortaya koyup her ikiniz için de işe yarayacak bir çözüm yolu bulmaya çalışabilirsiniz. Kendinize; öfkelenmenin hiçbir şeyi çözmeyeceğini, kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olmayacağını, hatta daha da kötü hissedebileceğinizi hatırlatın.

• Mantık öfkeyi yener, çünkü haklı bir nedene bağlı olsa da, çok çabuk mantık sınırlarını aşabilir. Bu yüzden öfkelendiğinizi hissettiğinizde mantığınıza sığının. Yıllarca dünyayı ve karşılaştığı olayları belli bir bakış açısıyla değerlendiren birine, yeni bir anlamlandırma biçimi kazandırmak uzun ve zorlayıcı bir çaba gerektirir. Sinirlendiğinizde tepki vermeden önce 5 kere nefes alıp verin ya da içinizden 10’a kadar sayın. Bu arada olaya olumlu bakma konusunda kendinizi uyarın. Hem karşınızdaki kişiyi ya da kişileri kırmamış olursunuz, hem de kendinizi öfkenin zararlı etkilerinden korumuş olursunuz.

“Öfkeyle kalkan, zararla oturur” sözü, bu yöntemin tarihinin ne kadar eski olduğunu bize gösteriyor. Tepki vermeden önce kendinize tanıyacağınız 15 saniyede hızlı bir değerlendirme yapabilirsiniz:

Nerdeyim?

Kimlerleyim?

Neler oluyor?

Zihnimden neler geçiyor?

Olaya nasıl bir anlam verdim?

Beklentilerim neler?

Neler yapıyorum?
Günlük yaşamda, zamanı dondurup kendimizi değerlendirmemiz mümkün değil kuşkusuz. Ancak bu soruların tümünü olmasa bile, hiç değilse 2-3 tanesini kendimize sorabileceğimiz 15 saniyelik bir mola, tepkilerimizi yumuşatacak ve daha az öfkeli olmamıza yardımcı olacaktır.

Problem Çözme
Sizi öfkelendiren bir durumla karşı karşıya olduğunuzda, bunu sadece bir problem olarak düşünüp bir isim koymaya çalışabilirsiniz. İsimlendirdiğiniz problemi çözmeye çalışmak, ad koyamadığınız ve duygusal boyutu ile mantıksal boyutunu ayrıştıramadığınız bir sorunu çözmekten daha kolaydır. Şimdi önce isim verme ve problemi tanıma sürecine bakalım:

1. Problemi Belirleme:

- Problem hakkında bilgi toplama,

- Problemi alt problemlere indirgeme,

- Problemin bir yönünü seçip somutlaştırma,

- “Bu neden bir problem?” sorusuna cevap arama,

- “Kimin için bir problem?” sorusu üzerinde düşünme,

- “Bu probleme benim katkım ne?” (Bu konunun problem olmasına nasıl bir katkıda bulundum?) sorusu üzerinde düşünme,

- “Başka kimin katkısı var?” (Bunun problem haline gelmesinde içten içe suçladığım birileri var mı, kimler?) sorusu üzerinde düşünme,

- “İdeal çözüm ne olurdu?” sorusuna cevap arama,

- “Nasıl bir sonuçla yetinebilirim?” sorusunu cevaplandırma.

İlk aşamada bu sorular üzerinde düşünerek, detaylarıyla birlikte problemin farkına vardıktan sonra ikinci aşamaya geçilebilir. Bu aşamaların tümünü mümkünse yazarak yapmak çok yararlı olacaktır. Sorunun tümüyle üstesinden gelene kadar yazdıklarınızı atmayın ve özellikle değerlendirme aşamasında tekrar onlara göz atın.

2. Seçenek Listesi:

- Tüm seçenekleri sıralama: Aklınıza gelen ve çözüme yararı olabilecek tüm seçenekleri (saçma bile olsa) düşünün ve kaydedin.

- Listenize “kaçma” (görmezden gelme) seçeneğini yazmayı unutmayın. Bu çok doğal bir tepki ve sizin hakkınız.

- Kabullenme seçeneği de listenizde bulunması gereken alternatiflerden biri. Bazı sorunlar (özellikle sizin dışınızdaki insanların kişilikleriyle ilgili olanlar) çözülemeyebilir ve bu noktada durumu olduğu gibi kabullenmek çok gerekli ve rahatlatıcı bir çözüm yolu olabilir.

- Tüm seçenekleri sıraladığınız yazılı bir listeniz olsun.

3. Plan Yapma:

- Seçenek listenizin tüm alternatiflerini inceleyin ve aklınıza yatan, içinize sinen bir tanesi üzerinde karar verin.

- “Karar verdiğim seçeneği nasıl gerçekleştirebilirim?” sorusunu sorun kendinize ve buna verdiğiniz cevapları yazın.

- İhtiyaçlarınızın listesini çıkarın. “Bu sorunu, bu yolla çözmek için ne(lere) ihtiyacım var?” diye sorun kendinize ve ihtiyaçlarınızı sıralayın.

- Plan yapma aşamasında karşılaşacağınız engelleri de tahmin etmeye çalışmak yararlı olacaktır. “Beni ne engelleyebilir?” sorusunu sorun kendinize ve engel olarak karşılaşma olasılığınız olan her noktayı yazın.

- Bunlardan sonra kendinize bir eylem planı oluşturun. Yapacağınız her şey, yazılı olarak, adım adım belirlenmiş olsun.

4. Değerlendirme:

- Planınızı uygulamaya başladığınız andan itibaren değerlendirme yapmanız yararlıdır. Arada durup “Durum ne yönde değişti?” sorusuna cevap arayın.

- Bulduğunuz çözümün size neye malolduğunu kendinize sormanızda büyük yarar var. “Bana neye maloldu? Kazançlarım, kayıplarım neler?” sorularına cevap bulmaya çalışın. Bu sorulara verdiğiniz yanıtlar olumluysa planınızı uygulamayı sürdürebilirsiniz. Ancak size çok şeye malolduğuna ve kaybettirdiklerinin kazandırdıklarından çok olduğuna karar verirseniz ikinci aşamaya geri dönüp, yeni bir çözüm yolu bulmakta yarar var demektir. Bu durumda yeni bir plan yapıp uygulamak uygun olabilir.

• Yaptığınız planı uygularken elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışın, ama yanıtları hemen bulamıyor ve sonuca hemen ulaşamıyorsanız kendinizi cezalandırmayın. Eğer soruna iyi niyetle yaklaşır, çabalar, “ya hep, ya hiç” tarzı düşünmez, elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret ederseniz, sabrınızın taşma ihtimali de düşük olur.

• Bazen kızgınlık ve engellenmişlik duyguları, yaşamdaki gerçek ve kaçınılmaz sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. “Her problemin bir çözümü vardır!” şeklindeki kültürel inançlarımız da, çözüm bulamadığımızda bu engellenmişlik duygularını artırır. Kızgınlık duyguları böyle durumlarda yaşanan doğal ve sağlıklı duygulardır. Böyle durumlardaki en yararlı tutum, önce durumu değiştirip değiştiremeyeceğimizi araştırmaktır. Değiştirebileceğimiz bir şeyse çözüm yolları araştırılabilir ve yukarıda anlatıldığı gibi bir planlamayla problem çözme teknikleri kullanılabilir. Değiştirilemeyecek bir durumsa, çözüm üzerinde odaklaşmak yerine, en iyi strateji, sorunla yüzleşmek ve kabullenmektir.

Önerilerimizi Gerçek Hayattan Örneklendirelim:
• Zamanlama: Eğer sevdiğiniz biriyle belli konuları belli saatlerde konuşuyorsanız ve bu konuşmalar da hep tartışma ile sonuçlanıyorsa, bu tür konuları konuşma saatinizi değiştirin. Belki yorgun, dikkatsiz oluyorsunuzdur ve belki sadece zamanlama hatasından sinirleniyorsunuz ve tartışma çıkıyordur.




• Kaçınma: Eğer babanızın televizyonda maç izlerken sinirli olması sizi de etkiliyor ve sinirlendiriyorsa, o saatte odanıza çekilin. Sizi öfkelendiren şeylere bakmaktan kendinizi alıkoyun. “Ama öfkelenmemem için babamın bağırıp çağırmaması lazım” demeyin. Konu şu anda bu değil. Konu kendinizi olabildiğince sakin tutabilmeniz.

• Alternatifler bulma: Eğer her hafta sonu arkadaşlarınızla buluşmaya giderken yoldaki trafik sizi engellenmişlik ve öfke duyguları içinde bırakıyorsa, bunu çözmeyi iş edinin. Elinize bir harita alıp aynı yere farklı, belki daha uzun ama daha rahat, manzaralı, hoş bir yoldan gitmeyi ya da evden daha erken/geç çıkmayı deneyin.

Önerilen Kaynaklar:

(1) http://www.psc.uc.edu/sh/SH_Anger.htm [05.02.2001, İnternet].

(2) Handling Angerhttp://www.counseling.swt.edu/handling_anger.htm[31.10.2002, İnternet]

(3) Coping with Anger http://usweb.usf.edu/counsel/self-hlp/anger.htm [5.09.2001, İnternet]

(4) Türk Psikoloji Bülteni, 3 (7), 79-85. Öfke: O Sizi Kontrol Edeceğine Siz Onu Kontrol Edin.http://www.psikolog.org.tr/bulten/yazilar/07_ofke.htm

EGOM, KENDİM VE BEN



EGOM, KENDİM VE BEN

Egodan kurtulmak… Bu mümkün mü?
Uzakdoğu ve Yeniçağ öğretilerinde sıkça bahsi geçen “ego” neyin nesidir? Tanımı nedir? Egodan kurtulmak için uğraşıp duran, o “tek” yoldan bu “tek” yola doğru koşuşturan, bilgeliği Tibet’te Hindistan’da, aşramlarda ya da “el veren” guruların kurslarında arayan “çok spiritüel” insanların bunu başarması mümkün mü? Hayır! Çok “iyi” ya da “ermiş”


insanların da egosu var mı? Evet!

Ego herkeste var. Çünkü ego, bu dünyada VARLIĞIMIZI görünür kılabilmek için kendimizi kişi veya birey olarak ifade etmemizi sağlayan gerekli ve önemli bir boyutumuzdur.

Fark sağlıklı ya da sağlıksız egoya sahip olmamızda.

Her birimizde BEN boyutu da var. (“Bir Ben var benden içeri” boyutumuz) BEN’imiz, kimilerinin Tanrı ya da Sonsuz Zekâ dediği “Sınırsız Bilinç Okyanusu” ile bağlantımızı sağlayan ÖZ’ümüzdür. Okyanusun, içimizdeki damlası olan ÖZ’ümüz bizim özbenliğimizdir.

Ben ve Öz bir ve aynı şeydir.

EGO, bu BEN’in zenginliğini madde dünyasında birey olarak ifade edebilmek ve Bütün’e katkıda bulunabilmek için dünyasal “kimlik kartımızı” yaratan boyutumuzdur.

Ego sağlıklı olduğunda sağlıklı düşünürüz, sağlıklı hissederiz, sağlıklı davranırız. Egonun sağlıklı olabilmesi için öncelikle KİŞİ (nesne) olmaktan çıkıp BİREY (özne) olabilmemiz gerekiyor. Birey olabilmek de fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal olgunlaşma ile gerçekleşiyor.

Her kişi doğumundan itibaren fiziksel olarak büyüyor ve yasaların belirlediği bir yaşa geldiğinde “yetişkin” sayılıyor. Ülkemizde bu “yetişkinlik” hali (eğer yasa geçerse) milletvekili seçilmek için 18, alkollü içki içebilmek için 24 yaşında olmayı gerektiriyor. Yani 18 yaşındaki seçilmiş “yetişkin” bir milletvekilinin, resmi resepsiyonlarda bir kadeh içki içebilmesi için daha altı yıl beklemesi gerekiyor.

Kişinin, fiziksel boyutta “yetişkin” olarak kabul edilmesi için bir şey yapması gerekmiyor. Doğum tarihi üzerinden geçen belli sayıda yıllar bunu otomatikman sağlıyor. Ama duygusal, zihinsel ve ruhsal gelişim yaş ilerledikçe otomatikman olan bir şey değil. Bu boyutlarda kişinin kendi emeği kendi çabası gerekiyor. Bu üç boyutta kendini geliştirebilen insan, kişi olmaktan birey olmaya doğru ilerliyor.

Dünyada 7 milyar kişi var ama birey olabilmiş insanların sayısı kaç? (Meclisimizde kaç kişi var? Kaç birey var? Bizi kişiler mi bireyler mi yönetiyor? )

Egonun işleyiş tarzı, hangi tür egonun işbaşında olduğuna bağlı olarak insan hayatının her alanında farklılık gösteriyor: Nevrotik Ego ve Sağlıklı Ego.

KİŞİ olarak kalmış insan, nevrotik egonun esareti altında yaşamını sürdürüyor.

BİREY olabilmeyi başarmış insan, sağlıklı egonun efendisi olarak yaşamını sürdürüyor.

BEN ile EGO’nun boyutları zıt orantılıdır. Biri büyüdükçe diğeri küçülür.

Kişi ile birey farkını özetleyecek olursak:

Kişi, insanları kullanır eşyaları sever.

Birey, eşyaları kullanır insanları sever.


Nevrotik Ego Nedir?

Nevrotik ego, birey olamamanın başarısızlık duygusunu örtbas etmeye çalışarak, ele güne karşı “kendimiz” olarak sunduğumuz “kişilik” maskemizdir. Kendimizi önemli ve değerli hissetme çabasıyla dışsal değerlere ve toplumsal onaya uygun yarattığımız, kendimizi kendimizden saklayan yaldızları hızla dökülen parıltılı ve bir o kadar da zavallı maskemizdir.

Nevrotik ego korkularla dolu egodur. Korkularını gizlemek için çeşitli maskeler takar. (Maço maskesi, güçlülük maskesi, kurban maskesi, kurtarıcı maskesi, yargıç maskesi, iktidar/konum/nüfuz maskesi, önemli insan maskesi, vs.) Bu maskelerin, bu rollerin ortak özelliği, ancak ezme/ezilme ilişkisi içinde kendilerini var edebilmeleridir. Varlıkları diğer KİŞİlerin desteği sürdükçe devam eder.

Nevrotik ego bağımlıdır. Kişi bağımlılığı (anne/ baba/ eş/ sevgili/ çocuk/ arkadaş vs.), madde bağımlılığı (yemek- alkol/ reçeteli ilaç/ yasal olmayan uyuşturucu- uyarıcı vs.), aktivite bağımlılığı (iş/ seks/ görünüm/ din/ telefon/ bilgisayar/ eğlence vs)

Nevrotik ego kontrolcüdür. Dış dünyayı, başkalarını, hayatı kontrol edebileceği yanılgısı içinde kendisini ve konumunu güvende hissetme peşinde umutsuzca koşar. Mükemmeliyetçi ve erteleyicidir. Kontrol tutkunu ve takıntılıdır. Dışsal güce sahip olmak onun için en önemlidir. Bu dışsal güç para, konum, iktidar, unvan, diploma, saygın kimlik, vs olabilir.

Nevrotik egonun tek amacı vardır: Haklı olmak. Ne pahasına olursa olsun haklılık peşinde koşar, yargılar, suçlar, aşağılar. O daima haklıdır, diğerleri haksız. Eleştiriye tahammülsüzdür ve alıngandır. Fikrine katılınmamasını kendisine saldırı olarak algılar.

Nevrotik ego kibirlidir. Kibir, kişinin aşağılık kompleksini gizlediğini sandığı maskesidir.

Özetle; nevrotik egonun ilk adı korkudur, soyadı ise haklı olmaktır. Kendisini en ufak şekilde bile haklı görmesi halinde hemen şişinir, böbürlenir.

Nevrotik ego, kendisini BEN sanır. Rolleriyle özdeşleşir. Bu nedenle bir düşüncesine veya davranışına yapılan eleştiriyi kendisine yapılmış hakaret olarak algılar. Bunu gurur meselesi yapar. O çok hassas egosunun gururu çabucak kırılır ama onur ve erdem kavramlarından habersizdir. Herkesin kendisini anlamasını bekler ama o anlayıştan nasibini almamıştır. Aşırı rekabetçidir. Ufacık bir çıkar uğruna, başkalarına zarar vermekten çekinmez.

İşte ruhsal gelişim için yok edilmesi arzu edilen ego, nevrotik egodur. Nevrotik ego bizi büyümekten, gelişmekten, mutlu, huzurlu, doyumlu bir hayat sürmekten alıkoyar.

Sağlıklı Ego Nedir?

Sağlıklı ego, bizim birey olmamızı sağlayan boyutumuzdur.

Cesaret sağlıklı egonun ilk adıdır. Erdem ise soyadıdır.

Bu dünyada birey olmamızı sağlayan sağlıklı ego, bilinmeyeni keşfetmeyi sever. Yeniliklere açıktır. Hayatında yeniye daima yer vardır. Hayatını cesurca yaşar.

Sağlıklı egoya sahip birey, ilişkilerinde bağımlı değil, bağlıdır. Sevdiklerine bağlı, mesleğine bağlı, vizyonuna ve amaçlarına bağlı, hayata bağlıdır.

Sağlıklı ego vefalıdır.

Sağlıklı ego hayatının her alanında özdisipline sahiptir. Bu özdisiplin onun içsel gücünden gelir. İçsel güce sahip olduğu için dışsal güç peşinde koşmaz.

Sağlıklı ego haklılık peşinde koşmaz. Haksız olduğu durumlarda öz eleştiri yapar ve özür dilemesini bilir. Haklılık peşinde koşmaz ama hakkını aramayı ve korumayı bilir. Adalet kavramı gelişkin olduğu için gücü yetmeyen insanların haklarını aramaları ve korumaları için de elinden geleni yapar.

Sağlıklı egoya sahip birey genellikle sağduyulu seçimler yapar. İnsan ilişkilerinde sağlıklı düşündüğü, sağlıklı hissettiği, sağlıklı davrandığı için doğal olarak haklıdır… ve mutludur.

Sağlıklı ego, BEN’in hizmetinde Ben’i en harikulade şekilde ifade etmek için vardır.

Sağlıklı EGOya aklınızda kolayca kalması için Etkisel Gerçekçi Olmak hali diyorum.

Sağlıklı egoya sahip insanlara saygı duyarız. Onların görüşlerine ve adalet duygusuna güveniriz.

Sağlıklı egoya sahip insanlar doğaldır, güvenilirdir, cesurdur.

Sağlıklı egoya sahip insanlar vefalıdır, şefkatlidir, cömerttir.

Sağlıklı egoya sahip insanlar değer bilir, hayata şükran duyar, umutludur.

Sağlıklı egoya sahip insanlar sevdiklerine sadıktır, açık yüreklidir, affedicidir.

Sağlıklı egoya sahip insanlar başka insanlara, doğaya ve haklara saygılıdır.

Sağlıklı egoya sahip insanlar huzurlu, neşeli ve esprilidir.

Dünya nüfusunun büyük çoğunluğu nevrotik egoya sahip kişilerden oluştuğu için şiddet, rekabet, yok edicilik, savaşlar böylesine yaygın. Yani nevrotik ego “normal ego” haline gelmiş durumda. Normal nevrotiklerin dünyasında yaşıyoruz.

Bu yüzden spiritüel öğretilerde “normal ego” öldürülmeye, yok edilmeye çalışılıyor. Bu ego yok edilemez ama dönüştürülebilir. Bu dönüşüm ancak farkındalık, kendini sorgulamak, kendini tanımak ve değişim cesaretiyle mümkün. Bu da bir süreci gerektiriyor. Olgunlaşma bir süreçtir ve olgunlaşmanın yaşla ya da bilgi toplayıcılığıyla ilintisi pek yoktur. Bilinçlenmeyle ve kendin olmayla ilişkisi vardır.

EGO ne kadar BEN’in hizmetinde ise o kadar KENDİmiz olabiliriz.

Özetleyecek olursak:

BENsiz EGO = Gaddar olur. Gücünün yettiklerini ezer ve güçlü rolünü oynar.

EGOsuz BEN = Paspas olur. Başkaları tarafından ezilir ve kurban rolünü oynar.

Yeni Dünya, Yeni Çağ sağlıklı egoya sahip insanların dünyası olacak. Bilinç çağının başlangıç dönemi içindeyiz. Geçiş dönemi sancılı olsa da yeni insanlık doğuyor.

Sevgiyle hoşça ol.

Nil Gün

www.kuraldisidergi.com

BİLİYOR AMA UYGULAYAMIYORSAK...



BİLİYOR AMA UYGULAYAMIYORSAK...

Hayatımızı daha doyumlu bir hale getirmek için her gün yeni bir şey öğrenmenin önemini hepimiz biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise, sadece öğrenmenin yetmediği.
Bazen okuduğumuz ya da duyduğumuz şeylere “Ya ben bunları zaten biliyordum” dediğimiz olmuyor mu? O an yeni bir şey öğrenememenin hayal kırıklığını iliklerimize kadar hissediyor


uz, değil mi? Tam da bu duyguyu yaşarken şöyle bir dönüp geçmişe bakmakta yarar var. Büyük olasılıkla ilginç bir manzara ile karşılaşacaksınız. Evet, o ana kadar öğrendiğimiz birçok şey var ama kaçını hayatımızın bir parçası haline getirmişiz? Kaçını uygulamışız, kaçını da zihnimizin gardırobuna asıp bir süre sonra varlığını bile unutmuşuz?

Yağmurdan korunmak için satın aldığım şemsiyem evdeki dolapta durduğu sürece beni yağmurdan koruyamaz. “Şemsiyem var ama hâlâ neden ıslanıyorum, anlamıyorum” demeyiz örneğin. Ama nedense bu somut gerçeği soyut araç gereçlerimize uyarlamıyoruz.

Örneğin alçak gönüllülüğün, anlayışın, etkisel davranmanın, empatinin ya da özsaygının ne olduğunu biliyoruz ama bu bilgiyi zihnimizden yüreğimize taşıyamadıysak tüm bunlar hayatımızda tezahür edemiyor bir türlü.

Mükemmeliyetçiliğin, kibrin, aşağılık kompleksinin, tepkisel davranışın ya da özsaygı eksikliğinin ne olduğunu biliyoruz hatta için için onlardan nasıl özgürleşeceğimizi de biliyoruz ama nedense iş uygulamaya gelince bir türlü harekete geçemiyoruz.

Eh doğal olarak aynı iletişim sorunlarının içinde bocalamaya devam ediyoruz ve birilerinden bize reçete sunmasını bekliyoruz.

Bildiğim bir şey varsa o da şu: Öğrendiklerimizi zihnimizin gardırobuna astığımız sürece hayatımızda hiçbir değişiklik olmuyor. Ama alıp bir bir uygularsak elde edeceğimiz doyum inanılmaz.

Hayatımızdaki sorunlar bize kocaman geldiği için çözümlerinin de kocaman ve hatta imkânsız şeyler olacağını düşünüyoruz çoğu kez. Küçücük çözümlerin, peş peşe dizilmiş minicik adımların bizi o kocaman çözüme götürdüğünü ancak deneyimleyerek öğrenebiliyoruz.

Her hafta bir konu seçelim mesela ve sadece o konuya odaklanalım, uygulayalım, sonuçlarını deneyimleyelim. Kaybedecek ne var ki?

Ama kazanacak çok şey var!

Bu anlamda kendimize soracağımız birçok soru var, sadece en basit birkaç tanesini birlikte örnekleyelim mi?

- (Olumlu düşünmenin yararlarını biliyorum) Peki gün boyu ne tür düşünceler geçiyor zihnimden? Olumlu mu? Olumsuz mu?

- (Suçlama ve mazeretin beni bir gram geliştirmediğini biliyorum) Peki gün boyu ağzımdan çıkan sözler yapıcı mı, yargılayıcı mı? Ya da sıkça birilerinden ya da bir şeylerden şikâyet mi ediyorum?

- (Yaşadığım bir sorundan özgürleşmek için çözüme odaklanmam gerektiğini biliyorum) Peki hangi sıklıkla o sorunun içinde sıkışıp kalıyorum?

- (Empatinin ne olduğunu biliyorum) Peki ben empatik davranıyor muyum? Yoksa öncelikle bana empatik davranılmasını mı bekliyorum?

- (Özsorumluluğumu almanın özgürleştirici gücünü biliyorum) Ama kendimi sıkça sorumluluğumu bir başkasına devrederken mi yakalıyorum?

Bu soruları sayfalarca uzatabiliriz, yeter ki cevaplarını dürüstçe verelim.

Başkalarına verdiğimiz aklın yarısını kendimize versek inanın çok şey değişir.

Çok sevdiğim bir sözün de dediği gibi: Biliyor ama uygulamıyorsak henüz biliyor sayılmayız…

Haydi kendimize koçluk yapalım, bol bol cesur sorular soralım ve bildiklerimizi tarafsız bir bakış açısıyla gözden geçirelim. Bakalım gerçekte bildiklerimiz ne kadarmış?


Dilek Kökter
www.kuraldisidergi.com