16 Ekim 2015 Cuma

GÜLE GÜLE BABA...

GÜLE GÜLE BABA...

Sana yakışmayan bir gidiş oldu baba!
Özür diliyorum, gidişin süresince de sayısız özür diledim senden... Gitmek zaten sana yakışmadı da... Ne gelir elden ölüm karşısında.

“Toplumun ahlakı, gelenek ve göreneği kanundur!” derken çok da haklıydın baba. Alışılagelmiş gidişlerden olmasını ne sen isterdin ne de ben... Toplumun önüne, senin gidiş töreninde yapılanın önüne geçemedim. İşin içinden çıkılamadığı anda “din” adı altında çözüm bulmuşlar... Oysa ki seni daha yalnız, daha sessiz, daha kimsesiz, dinsiz ve  törensiz uğurlamak isterdim.

Hiçbir saygınlığı olmadan ön safta duran erkeklerin ardına itilerek, o gün kaç kişi toprağa verilecekse sıra verdi dizilerek, dillenen onca şeyin anlamsızlığında seni “öte dünya” olarak niteledikleri sonsuzluğa uğurlarken hocanın ruhsuz ifadesi, ettiği duanın anlamsızlığı, inançlı bilinen inançsızlığı karşısında ifadesiz kaldım.

“Mekanı cennet olsun” diyenlerin seni anlamadıklarını, seni bilmediklerinin üzüntüsü içerisinde o an için mücadele etmenin anlamsızlığı karşısında onların anladıkları dilde “amin” dedim...

Bize vasiyetin olan dört şeyden ilkini tüm ağırlığımızla yaptık, seni yolcularken göz yaşlarımızı sessizce içimize akıttık.

İkincisini başaramadık baba... Seni babası, atası, hatta tanrısı diye bilen kardeşlerini, senin için bu tür değersiz söylemlerin anlamsızlığı, senin için son isteğin olarak sarf edilmişken, üzülerek diyorum yerine getiremedik baba... Son yolculuğunda senin ardında olmalarını istememişken, bu son isteğini yerine getiremedik diye aslında üzülmüyorum da baba. Kızma ne olur bana.

Senin onlara karşı olgunluğun ve sessizliğin karşısında sana karşı nefret duyguları içerisinde, senin gidişin onların pişmanlığı ile onları sana getirdi baba!

Kardeşlerin yaptıkları haksızlığı ve seni incitmelerinin ne kadar yanlış olduğunun farkında olsalar da kendilerinde sen yaşarken yüzleşecek gücü bulamadıklarındandır... Gidişin onların son pişmanlıkları olduğu her hallerinden belliydi baba...

Çünkü sana arkalarını döndüklerinde bile senin onlar için hissettiğin sevginden, onlar için hissetmediğin nefretinden eminlerdi baba, “et tırnaktan ayrılır mı?” diye bizim için söylediğin aslında sizin içindi baba...

Maddiyatın, maneviyatın önüne geçmesinin acı bir örneğiydi onlar!.. Sanırım çok pişmandılar, çok da yazıklandılar!

Senin gidişin onlara en büyük ceza!..

Üçüncü vasiyetin olan; kızların olarak, “birbirinizden ayrılmayın, bizi örnek almayın!” demeni yerine getirirken kimimizin eksikliğini diğerimizin hoşgörüsü ile kapatarak senin sevginle yapabiliriz eminim buna... Gözün arkada kalmasın baba...

Dördüncü vasiyetine gelince baba!.. En zoru da bu aslında. Zaman alacak olan, uzun bir sürece dayanan, neredeyse sen olunması gereken bir durum söz konusu baba... Seninle başladığımız elli kitabının basımı ile aynı heyecanı paylaşmışken, geriye bize bıraktığın üç yüze yakın dosyanı baskıya hazırlamak olacak baba... Bunun için kendimi gururlu, sorumlu ve zorunlu hissediyorum. Bıraktığın eserlerinle, bugün ve yarınlarda bilmeyenlere umut, aydınlanmak isteyenlere ışık olacağının, ileride eserlerin için “kapınızı çalacaklar!”ın inancındaydın baba... Bu inancında seninleyim. Kütüphane zenginliğindeki kitaplarını, senin adını taşıyan yeni kitaplarınla yeni bir yerde “Eren Bilge Balta Kitaplığı” olarak yaşatacağız, buna ben kendi adıma söz veriyorum baba, ismime yakışanda bu olacak, hani senin bana koyduğun, “babasının kızı”na!..

Senin “doğum nasıl doğalsa yaşam sürecinde ölüm de o kadar doğal” demen, yaşamın sonu olan ölümün elbet bir gün olacağını söylemen, senin gidişinde tek tesellim oldu bana...

Ölüm sana yakışmadı! Sen tüm ölümsüzlüğünle yaşayacaksın baba...

Gidişinin ardından senin için söylenenleri duymak, senin için yazılanları okumak hüzün ile karışık gururun mutsuz mutluluğundayım baba... Ne ilkti bu söylenenler, ne de son olacak... Bu duyduklarım gururum ve alacağım yolda güç kaynağım olacak... Hatta ikisini buraya alarak yazacağım.

“Değerli Büyüğüm,
İnternette sitenizi yeni buldum.
Bu güne kadar sizi tanıyamadığım benim için büyük bir kayıp...
Bundan sonra sık sık sitenizi ziyaret edeceğim.
Sizin gibi değerli insanlar çok olsaydı, bunlar %47’leri bulur muydu?
Çorumdan sizi seven birisi.
Saygılarımla,”
İsa Kartal, 26.1.2007

“Av. Hayri Balta
Sanırım yıl 1962 olsa gerek. Yani 53 yıl önce.
O zamanlar bilgiye ulaşmak çok zordu. Kaynak yoktu.
Kafamda çorbaya dönmüş düşünceler vardı.
Özellikle Allah ve Din konusunda bocalıyordum.
Bir ağabeyle tanıştım. Ve nasıl bu konulara girdik onu da hatırlayamıyorum. Birkaç gün akşam üzeri bulvarda yürüdük ve sohbet ettik.
Anlattıklarıyla huzura kavuşmuştum. Yolumu bulmamda çok yararlı oldu.
Birkaç yıldır da durmadan yazdığı kitaplarını gönderiyordu.
Laik, çağdaş ve tam bir Atatürkçü idi. Onu size anlatmam için benim de kitap yazmam gerek.
Uzun süredir hastanedeydi. Bir ömür hayat savaşından hep galip gelen ağabeyimizi bu kez kaybetti.
Dilerim, ruhu gideceği yerlerde de ışık bulur ve ışık saçar.
Tüm ailesine baş sağlığı diliyorum.”
Dr. Mehmet Göksel

Büyük bir yaşam mücadelesi ile kendi çizdiğin yoldan bir gün olsun şaşmadan, ilkelerinle, düşüncelerinle, bilgeliğinle, insanlığın ve davranışlarınla fazlasıyla hakkettiğin isminle “Eren Bilge” olarak yaşayacaksın...

Yaşadığın onca zorluğa ve yokluğa rağmen her zaman güçlü oluşun, sağlam ve dimdik ayakta duruşun, benim gurur kaynağımdır baba...

Ellerimle sımsıkı tuttuğum ellerin, kayıp gittiğin gün yapayalnız ve çaresiz hissetim kendimi baba... “Canımın diğer parçası da koptu ayrıldı benden,” dedim senin için... Bu koca yaşımda bile senin sıcaklığında, sevginde, güveninde, cesaretinde olmak beni senin tek ve hala küçük kızınmış gibi hissettirdi bana...

Seni çok seven ve her fırsatta bu sana söylemekten büyük mutluluk duyan ben, bir kez daha ve son olmayacak defa her seni hissettiğimde dillendirmekten bıkmadan senin için fısıldayacağım.
“Seni seviyorum baba.”

Her zaman giden bendim ve ben el sallayıp hoşça kal derken sana, bu sefer giden sen olurken istemeyerek ve de hiç istemeyerek,
“Güle güle baba!..”

15 Ekim 2015
YENER BALTA


YOĞUN BAKIM KAPISINDA

YOĞUN BAKIM KAPISINDA

Yaşam ile ölüm arasında olan babamın canı için son saniyelerde yetiştirdiğimiz hastaneye, yapılan acil müdahalenin ardından alındığı yoğun bakım ünitesinin kapısındaydım.

Bu kapıda annemin haberini almıştım ilkin... Bitmez tükenmez günlerin ardından ümitle bekleyişim aldığım haberle yıkılışım olmuştu.

Ölümü ilk annemle yaşamıştım!..

O kapıda bekleyenler o an neler hissedildiğini iyi bilir. Umutla umutsuzluğu, yaşamla ölümü... Yaşamla ölümün ince çizgisini...

Hastanelerin yoğun bakımları da bu ince çizginin hangi tarafında olacağını belirleyen en önemli yer oluyor bazen... Babam şu an sayısını hatırlayamadığım kadar girip şansıyla çıkanlardan.

Yine o kapının önündeyim. İçeriden görevlinin seslenişi ile irkiliyorum ilkin; “Hayri Balta’nın yakını!” Duraksıyorum, kulaklarım o kadar uğultuda sağırlaşıyor, alacağım haberin olumsuzluğu ile olduğum yere yığılacağım hissi ile toparlanıyorum.

Aldığım haber beni rahatlatıyor. Elime küçük bir kağıt tutuşturuyorlar, burada yazanları getirin diyorlar. Kağıt havlu, su, bardak, tıraş bıçağı, tırnak makası, sabun... En yakın büfeden tümünü bir çırpıda alıyorum.

Kapıdaki görevliye poşeti uzatıyorum. Babamın durumunu nasıl öğrenebileceğimi soruyorum. Her gün saat on iki de hasta yakınlarına bilgi verildiğini söylüyor görevli. 

Zamanın bazen hiç geçmediği, bazen de nasıl geçtiğini anlayamadığım bu süreçte babamdan haber almak için bekleyeceğim.

Bazen ağlamak, bazen geçmişe dalmak, birkaç telefon görüşmesi...

Çevreme bakınıyorum. Bir hasta için sayısız bekleyenler kendi aralarında konuşuyorlar. Çoğunluk başı önde telefonu ile uğraşıyor. Bir ikisi koltuğa kıvrılmış derinden uyuyor. En çok da kapı ağzında ayakta bekleyenler, defalarca dağıtılsa da tekrar dönüp geliyorlar.

Bir zamanlar yere sabit metal sandalyeler yerlerini deri koltuklara bırakılmış. Duvarlarda tablolar... Bekleme salonunun girişine bir stant kurulmuş. Standın en üst kenarına bir tespih sallandırılmış. Raflara da gelişi güzel kitaplar konulmuş. Kitaplara yaklaşarak baktığımda şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali, Hazireti Peygamberin İzinde, Sabah Namaza Nasıl Kalkılır, Yasin, Kur’an Dili, Herkese Lazım Olan İman diye daha niceleri...

Herkese burada lazım olan iman mı, bu kitaplar mı, yoksa biran önce iyilik ve sağlık mı?

“Ümitler Allah’a kalmış yoğun bakımda!” diye sesli söyleniyorum... Din bilimin önüne geçmiş anlaşılan... Doktorlardan önce yaraya merhem, ruhlara ilaç olmuş dualar hastalara...

Başı kapalı bir örnek kadınlar kumaşlara bürünmüş, erkeklerin de kalmamış birbirlerinden farkı, saçı sakalı, kafalarını tokuşturmaları...

Babam yoğun bakımdan çıktığında paylaşacağım en ilginç konu diyorum kendi kendime. Gösterebilmek için fotoğrafını çekiyorum standın bir de.

Günlerce orada bulunsam da bir okuyana denk gelmiyorum bu kitaplardan...

Hemen yakınında asılı duran öneri ve şikayet kutsunda küçük bir kağıtta yazılan not ilişiyor gözüme. Kağıdın halinden, yazının şeklinden, aşağıdaki notun içeriğinden de yazanın ne düzeyde olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Küçük kağıtta tarih, isim ve telefon numarası yazıldıktan sonra, bir deyip:
Öneri kutusu koymuşsunuz kalem yok, kağıt yok, dilekçe yok.
Düşünüp kitap koymuşsunuz hem de dini kitap ama o kitaplar yüksekte olması gerekiyor.
Halk dilinde göbekten yukarı olması gerekiyor.
Takipçisi olacağım.
İlginize teşekkür ederim.
İmza

Herkesin derdi ayrı, diyorum bu küçük kağıdı okuduğumda...

Babam çıkıyor yoğun bakımdan, içim buruk... Kalp sorunu ile geldiğimiz hastaneden, hastane virüsü kaptığı için asıl sorun solunum yetmezliğine dönüşüyor. Birkaç hafta hastanede tedavisi sürüyor. Babamın nefesi kendine yetmez oluyor.

Apar topar götürüldüğü yoğun bakımdan acı haberi çıkıyor. Doktorun diyeceği yüzünde, okunuyor. Ölüm ayırıyor babamdan beni, inanasım gelmiyor. Ölümün karşısında ne kadar da çaresiz kalıyor insan...

Ne edilecek bir dua, ne de okunacak birkaç satır, çare olur muydu babamın gidişine!..

Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum...

15 EKİM 2015

YENER BALTA