29 Ağustos 2016 Pazartesi

ŞİMDİ BİR ÇOCUĞUM OLSUN İSTERDİM!

ŞİMDİ BİR ÇOCUĞUM OLSUN İSTERDİM!

Şimdiye kadar hayır dediğim bu soruya hala hayır demekteyim ama, bir tek şey için, onu da şu an için olmalıydı diyorum.

Sadece O’nun için!..

Bir çocuğum olsun isterdim; onu karşıma alıp, O’ndan bende kalanları anlatmayı isterdim. Onun elinden tutup bir bir bıraktığı hazinesine dokunmasını isterdim.

İsterdim ki örneği "O" olsun!

Benden sonra benim yaptıklarımı kaldığı yerden sürdürsün, eğer yapamadıysam benim yapamadığımı o yapsın isterdim. O’nun gibi, hayatında ulaşmak istediği bir hedefi olmasını öğütlerdim. Yılmadan her türlü olumsuzluğa göğüs germenin nasıl bir şey olduğunu O’nun yolunda görmesini isterdim. İsterdim ki onu kucağıma alıp fotoğrafında gösterirken bu senin “bilge deden” demek isterdim. Geriye kalan tüm fotoğraflarında yüzüne yansıyan ışığı görsün isterdim.

Bazen bıraktığı hazinenin içinde mücevherler değil, mücevherlerden de kıymetli bilgilerin olduğunu masal tadında anlatmak isterdim. Onu bir "bilgi canavarı" olarak tanıtıp, hiç korkulmayacağını söylerdim. Ve hazinesinin kapısı herkese, hep açık olduğunu... Bilginin hiçbir zaman insanı doyurmadığını, yemek gibi, içmek gibi her zaman gerektiğini söylerdim.

Onu tanımasını, onunla zaman geçirmesini, zamanın ne kadar kıymetli olduğunun, her saatinin nasıl dolu dolu geçirebileceğini onun yanında görmesini isterdim.

Sevginin sözden çok, sıcak bir dokunuştan önce, bakışlarında olduğunu görmesini isterdim. O iki anlamlı göz ile göz göze gelmesini çok isterdim.

Sırf bunun için çocuk doğurmadığıma pişmanım. Uzun uzun anlatmak için... Dedesinin bir değer olduğunu anlatmak için... Göğsünü gere gere,
“Benim dedem var ya...” derken gururlanmasını. Bir ömür paylaşmasını isterdim o ardında bıraktığı eserlerini...

Onu benim kadar sevecek, benim kadar hissedecek, onun benim ardında olduğumdan emin olduğu kadar emin olacağım bir çocuğum olsun isterdim.

Dünya var oldukça eserleri nesilden nesile geçsin isterdim.


16 Ağustos 2016

YENER BALTA

GİZLİ GÜNCE

GİZLİ GÜNCE

Bugün bir gizi araladım. O giz aslında dolaylı bana bırakılmış bir emanetti! Emanetin sahibi yaşıyor olsaydı o giz elimin altında da olsa açıp bakmazdım. Çok sevdiğim özelliğimdir birilerine ait özel bir şeye ne olursa olsun dokunmamak.

Üzeri siyah-bordo ciltli küçük ve ince defteri araladığımda yıllar öncesinde kaleme alınmış, üzerine yıl belirtilmişti. Giriş yazısından ve imzasından da anladığım kadarıyla dolaylı olarak bana emanet eden kişiye de bir emanetti. Bu daha da burk bir duyguydu.

Sayfalar bazen el yazısıyla, bazı sayfalarda büyük dik harflerle, bazı günler farklı renkte kalemlerle yazılmıştı. Daha önce var olan güncenin ikincisi olarak tanımlanmış, düşündüklerinden, olmasını isteklerinden en çok da yaşadığı olumsuz anlar ve duygulardan bahsederek, kendi çocuklarına hitap etmişti. “Siz çok küçüktünüz” demişti, “anneniz” diyerek bahsetmişti bazı satırlarda... Bazı satırlarda, çocuklarına “şu an ağlıyorsunuz” diye bahsetmişti...

Bu emaneti kendi çocuklarına vermeli miyim diye aklımdan geçirdim. Ya değerini bilemezlerse, ya önemsemezlerse... Ya da daha çok olumsuz anların yazıldığı satırlarda geçmişe dönüp bir kenara atarlarsa... Şu an için onu düşünmenin zamanı değil dedim kendi kendime... Bir de emanetin ilk sahibi vermediğine göre diye düşündüm.

Amacım, yaptığım çalışma için diğer emanetlerin (kitaplar, yazılmış kitaplar, basıma hazır dosyalar, fotoğraflar, eşyalar, anılar...) arasından birkaç fotoğraf almaktı. Ama o ince ve küçük anı defteri tüm gizemiyle elimin altında, gözümün önünde duruyordu. Defterin üzerinde çocukluğumdan hatırladığım beyaz etiketlerden vardı. Etiketin üzerinde o kişiye ait olduğunu bildirir küçük bir de not vardı.

Defterin sayfalarını hızlıca çevirdim. Araya eklenen bir zarf ve dörde katlanmış bir kağıda rastladım. Zarfın içerisinde başsağlığı için gönderilen telgraflar vardı. Küçük not kağıtlarında kimlerin telefon edip, katılamamalarının gerekçeleri bir iki kelimeyle not edilmişti. Bir de o hüzünlü ayrılışta yapılan masraflar bir kağıda detaylı yazılmıştı.

Pembe pelür kağıdın üzeri de daktilo ile yazılmıştı. O birkaç sayfa, o güncenin  belki de bir öykünün sonu gibi tamamlayanıydı.

Orada bir geçmiş vardı, yaşanmıştı, çile, emek en çok da sevgi vardı. Acıların içine gizlenmiş sevgilere rastladım. Hani şu sevgisinden zarar veren, işin içinden çıkılamayan çırpınışlardandı.

O okuduğum birkaç satır o defterin sırlarıydı. Bir satırını bile burada paylaşmayı planlamadım. O anki satırlar, kendini yazıda rahatlar bulan bir insanın içini kağıda dökmesiydi.

O pembe kağıtta yazılanlar henüz tamamını okumadığım güncenin belki de en özel kısmıydı. Günce kişiye ait olsa da, o kağıtta yazılanlar, o kişinin bir başka gözden yazılmış son saatleri olan hazin gidişinin anlatımıydı.

O satırları göz yaşlarımın buğusunda okudum.

Acının paylaşılamadığını anladım!

18 Ağustos 2016

YENER BALTA