30 Eylül 2011 Cuma

YIRTIK ETEK

YIRTIK ETEK

Söylediği söz karşısında donup kalmış, bütün kan beynime fırlamıştı. Sanırım bana laf atmıştı. Diz hizamda olan eteğin bir karış yırtmacı ona batmış olmalıydı. Onun gibi ayak bileklerime kadar uzun etekler mi giymeliydim? "Eteğiniz yırtılmış" lafının üzerine; "O yırtık değil, yırtmaç!" demiş, başka da bir şey dememiştim.

Beni giyimimden dolayı yargılıyordu. Kendi değerlerine, kendi ortamlarına aykırı düştüğümden giydiğim etekten rahatsız olmuşa benziyordu. Yırtmaç ne zamandan beri yırtık olarak anlaşılmaya başlanmıştı. Bir de öğretmen olacaktı!..

Hiç aklıma gelmezdi, Halk Eğitimi Merkezi'nde öğretmenlik yapacağım. O dönemde işsizdim, iş arıyordum, gazete ilanlarının birkaçına gitmiş olumlu bir sonuç alamamıştım.

Yaşadığım semtin Halk Eğitimi Merkezi’nde resim öğretmeninin ayrıldığı kulağıma gelmişti. Zaman kaybetmeden gerekli belgeleri hazırlamış, resim branşı için başvurmuştum.

Görüşmeyi müdür beyle yapmıştım. Tecrübemden çok derslerde işlenen konularla ilgili bilgimin olup olmadığını sormuştu. Hazırlıklıydım, kursiyerlerin derslerde neler yaptığını az çok bildiğimden, bir büyük dosya hazırlamış; içine de, kendi yaptıklarımdan birer örnek koymuştum.

Müdür bey çalışmaları görünce beğenmiş olmalıydı ki; "Siz yarın ki derse katılın, kayıt işlemlerini ben yaparım!..” demişti. Bu kadar kolay olacağı hiç aklıma gelmemişti…

Müdür bey bana sınıfımı göstermişti. Ders defterini ve dolabı da açık bırakarak beni sınıfta yalnız bırakmıştı. Haftanın üç günü burada olacaktım. Yarın bu derslikte hiç tanımadığım öğrencilerle tanışacak, belki de benden yaşça büyük olanlarla ders verecektim…Bu duruma alışık olduğum halde yine de heyecanlıydım.

Ertesi sabah sınıfa girdiğimde 40-45 yaşlarında en ön sırada oturan kursiyer öğrenci beni sevinçle karşılamıştı. Boyadığı kumaş parçasını sıraya sermiş, minik kavanoz boyalarını dizmiş, gelecek olanları bekliyordu. Benimle birlikte sınıfa iki genç kız girmiş; benden sonra da sınıfa, özür dileyerek elinden tuttuğu 4-5 yaşlarında oğlu ile 30 yaşlarında bir bayan girmişti.
Gülümsemiştim... O gün çocukla birlikte çok hareketli, neşeli; hatta, sorunsuz bir ilk ders yapmıştık.

Zamanla öğrencilerle arkadaş, tüm sınıfla da aile gibi olmuştuk. Herkes derdini, mutluluğunu paylaşabiliyordu. Bu da beni ve sınıfı mutlu ediyordu...

Sorunu daha çok öğretmenlerle yaşamıştım. Öğretmenler odasına hiç gitmedim, gitmeyecektim de, ders aralarında ve öğle yemeklerinde hep sınıfımda olacaktım.

Bir sabah sınıf defterini almak için müdür odasına giderken, benim sınıfımda olan Yasemin koridordaki ankesörlü telefonla görüşüyordu. Gülümseyerek selamlaşmıştık. O sabah ardımdan gelen öğretmen hanım beni odada yakalamış, alel acele: “Günaydın, telefonda konuşan öğrenci sizin sınıfta galiba? Söyleyin ona, telefonda doğru dürüst konuşsun, konuşurken kendinden geçiyor, konuştuğu da erkek olsa gerek!.." demişti.

Şaşa kalmıştım, bu ne demekti? Kendinden geçmek! Hem de telefonun diğer ucundaki konuştuğu kişinin cinsiyetine kadar tahminde bulunabiliyordu. Bu uyarı için ne denebilirdi ki!.. "Peki, kendisiyle görüşürüm" deyip odadan çıkmıştım.

Yasemin'i telefonla konuşurken ben de görmüştüm, kendinden geçer bir hali yoktu, ayrıca mutlu görünüyordu.

Yasemin okumak istemediği için ortaokuldan ayrılmış, evde zaman geçmediği için bir meslek, bir uğraş olsun diye resim kursuna gelmek istemişti.

Uzun boylu, uzun saçlı, kara gözlü güzel bir kızdı. Derste Yasemin'e bakmıştım. Mutlu görünüyordu, hevesle kumaşını boyuyor, yanındaki arkadaşı ile sohbet ediyordu.

Teneffüste Yasemin'in yanına gitmiştim. "Mutlusun ne güzel, fark ediliyor…" dedim. Hep mutlu olmasını diledim. Bir erkek arkadaşının olduğunu biliyordum. Telefonda konuştuğu kişinin o olduğu büyük bir olasılıktı; zira ailesinden gizlediği bir arkadaşlığı vardı. "Telefonla konuşurken dikkatli ol, aramızda cahiller var!" deyip, başka da bir uyarıda bulunmamıştım kendisine... Anlamıştı ne demek istediğimi, o da bu ortamın ne kadar tutucu olduğunun farkındaydı.

Çok sürmeyen bu öğretmenlik dönemimde cuma akşamları okulun bahçesinde okunan istiklal marşına tüm okul olarak eşlik ediyorduk. O cuma tüm branşların öğrencisi, öğretmeni, memuru, görevlisi bahçede toplanmış istiklal marşının okunması için hazırlanmıştık.

Öğrencilerin çoğu kadındı. Erkek olan öğrenciler elektrik, elektronik, marangoz, bilgisayar gibi branşlara geliyorlardı.

Defteri müdür odasına bırakmış, istiklal marşının okunacağı alana gelmiş, erkek öğretmenlerin olduğu bölümde durmuştum. Bayan öğretmenlerden biri bana kaş göz işareti yapmış, beni bayan öğretmenlerin bulunduğu alana çağırıyordu.

Hayret etmiştim, kadın erkek diye niçin ayrılmışlardı, böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmezdi. Öğretmenin işaretlerine aldırmamış, bulunduğum yerden kımıldamamıştım.

Kadın ile erkeğin bir arada bulunmasından rahatsız olan, etek boyu ile uğraşan, öğrencinin telefon konuşmasını konu eden bir ortamda böyle insanlarla ne işim olabilirdi. Hele ki orası eğitim merkezi, öyle ki halkın eğitim merkeziydi!.. Bu eğitim merkezinde, ne yazık ki, eğitilen halk değil, eğiten halktı...

Herkes bulunduğu ortamı kendi dünya görüşüne çevirebiliyordu, ne üzücüydü. Farklı fikirlerde olup aynı ortamda bulunmak, o ortama karşı gelmek, olması gerekeni diretmek, bana ya da onlara bir fayda sağlamayacaktı.

En kısa zamanda istifamı vermeliydim…
Yener Balta 29 Eylül 2011

X
Sevgili Yener,
Öykün ne desen değer…

Her öykün bir öncekinden güzel oluyor…
Baban da bundan mutluluk duyuyor.

Öyküde önemli olan anlatımdır.
Bu da sende bütünü ile vardır.

Bir de beklenmeyen, çarpıcı sonuç gerek.
Bu da kendiliğinden oluşur giderek…

Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Hayri Balta,29.9.2011
x

13 Eylül 2011 Salı

ARKASI DÖNÜK ADAMLAR

ARKASI DÖNÜK ADAMLAR

Ramazan ayı akşamlarından birinde, Kızılay’dayım. Sokakta hızlı adımlarla insanlar koşuşturmakta. Herkes iftar olmadan eve dönme telaşında. Ankara'nın en eski sokaklarından birinde arabamı bıraktığım otoparka doğru gitmekteyim. 

Sokağın sessizliğini akan bir su şırıltısı bozarken, kafamı sese doğru çevirdiğimde gördüğüm manzaraya o kadar alışık olduğum halde, "bu kadarı ayıp doğrusu" diyebilmiştim. Aramızda bir araba boyu mesafe vardı. Kaldırımın kenarında, park halindeki arabanın yanında bulunan ağacın dibine, her iki eli önünde yola arkası dönük, ihtiyacını gideren bir adamla karşılaşmıştım. Aslında şaşırmamalıydım. İki eli önünde, arkası yola dönük adamlarla o kadar çok karşılaşmaktaydım ki...

Daha bu görüntüyü hazmedememişken, bir başka akşam köpeğim Tarçın'la birlikte yaşadığım mahallenin parkında geziniyorduk. Tarçın'ın ihtiyacını ağaç ve çalı diplerinde gidermesi ne kadar normalse, bulunduğu banktan kalkıp, diğer bankta oturan kızlı erkekli gençleri hiçe sayıp, basketbol sahasında basketbol oynayanları ve onları izleyenleri, benim gibi parkta dolaşanları da görmezden gelip, parkın tam ortasında bulunan insan boyu çalılıklara iki eli önünde yine arkasını dönen adamın yaptığı da kendine göre o kadar normaldi. İşi bitirip banktaki arkadaşlarının yanına gidip kaldığı yerden, yere bıraktığı bira şişesini eline alıp kafasına dikmişti...

Bazı akşamlar Batıkent'ten Varlık mahallesine arabayla giderken, Ergazi Köyü ile Batıkent İnönü Mahallesi arasında sağlı solu, arabasını durdurup iki eli önünde, yola arkası dönük bir çok adamı görürken, yürüme mesafesinde bu işi yapanlara tahammül edemez oldum. Bir, iki, üç derken bu sayıyı öyle çoğaltabilirdim ki, iki eli önünde arkası dönük adamların haddi hesabı yoktu.

Belki de erkeklerin boşaltım organlarının dışarıda oluşu, her mekanda ihtiyacını giderme kolaylığı mı mekan fark ettirmiyordu? Yoksa bu semtlerde yaşayan erkeklerin eğitim düzeyi mi bunu yaptırtıyordu? Anlamış değildim! Yıllar önce bir arkadaşımın, bir akşam evine giderken yol boyunca erkek arkadaşının kendisine eşlik ederken, "pardon" deyip kendisinden uzaklaşıp, cami avlusunda gözden kaybolup, geri gelmesiyle "çok sıkışmıştım" deyip yola devam etmelerini benimle paylaşmıştı. 
"Eceline susayan köpek cami duvarına işermiş" atasözü aklıma gelmişti. Bu davranışından sonra görüşmediğini de...

Bu işin eğitimle de ilgisi yoktu. Belki de, parklarda tuvaletlerin olmayışı mıydı? Ulu orta ihtiyacını gideren birilerinin, o herkese açık olan tuvaletlerin ne durum alacağını şimdiden tahmin edebiliyordum. Bu iyi niyet düşüncemi yine kendim çürüterek, hadi parkta tuvalet yok, her adım başı yaya trafiği olmayan yerlerde de mi tuvaletler konmalıydı!.. Belki de araba içlerinde, ağaç altlarında, kaldırım kenarlarında ya da çimlerin üzerlerinde içilen alkoller mi erkekleri bu duruma düşürüyordu? Bu durumda kadınları görmek imkansızdı!.. Ayıp kelimesi en çok kadınları mı bağlıyordu? Kadın fizyolojisi bu tür ihtiyaçlarını sokakta gidermesi için uygun mu değildi?

Alacakaranlık bir akşam, evimin perdelerini çekmek için bina girişinin en uç köşesinde olan odamın penceresinin önündeyken, üç gencin sakınarak bahçeye doğru girdiğini gördüm. Pencereden kafamı uzatarak; 
"Ne oluyor, bir sorun mu var deyip," telaşlarını sordum. Aralarından biri; 
"Arkada, otoparktaki arabayı çekecek de arkadaş" dedi. 
"Ne arabası?" dedim. Arkada duran zaten iki araba vardı, biri benim, diğeri komşunun arabası idi... 
"Ne yapıyorsunuz?" diye bir kez daha sordum. Lafı eveleyip gevelerken, birinin elleri önünde birleşmiş, benim duvarımın dibine iyice sokulmasıyla, ne yapacağını tahmin ederek kendimi içeri çektim. Tekrar cama yanaştığımda üst katta oturan iri yarı komşu, iki eli önünde arkası yola dönük gencin omuzlarına yapışmış, durumundan kurtulamayan çocuğun şaşkınlığına aldırmadan anlayamadığım küfrüyle onu silkeliyordu. 
"Yer mi yok ulan?" deyip sesini yükseltmişti. Korkak, titrek, cılız bir sesle,
"Asker, asker uğurluyoruz, içkiliyiz...", diyerek savunmaya geçmişti... 
"Yürü git!" diyerek itelemişti elindeki genci... Gözcü konumunda olan diğer ikisi çoktan yolun karşısına kaçmışlardı.

Bir kez daha imrendiğim kaba erkek kuvvetinin biz kadınlarda olamayışına yazıklanmıştım. Ben, bir şey yapamamış kendimi pencereden içeri çekmişken, erkek olmanın verdiği güven ve kuvvetle geçerken bile bu duruma müdahale edebilmişti komşu...

Erkek eğemen bir toplumda, eğemenliğin bu tür davranışlarda hüküm sürmesi ne üzücüydü. Gece karanlığında sokaklar onların mekanları olabiliyor, her türlü ihtiyaçlarını evleri gibi sokaklarda giderebilen erkeklerin özgürlükleri olumlu yönde olabilseydi; sanırım o zaman sokaklar sadece onların olmaz, korkacak, kaçacak, ürkecek bir durum olmadığı için kadınlar da erkekler kadar özgür olabileceklerdi...

Yener Balta, 12 EYLÜL 2011

+

Sevgili Yener,
Öykün ne desen değer.
Konu da güzel
Anlatım da güzel.
Bakalım okuyucuların,
Bu öykün için ne der?

Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 12.9.2011