ACILI ADANA
Öğlen yemeğinin ağırlığını midemden çok üzerimde hissediyorum. Çalışma masasına yapışmış olmaktansa, evde olup, koltukta yayılmayı tercih edeceğim bir durumdayken, elimdeki işi bitirme telaşıyla çalışmaktayım.
Kapı zilinin mekanik kuş sesi, bir çocuğun avucunda sıkıştırdığı kuş misali birden ötmeye başladı. Bu iş yerine yeni taşınmıştık. Kapıdaki kişi vergi dairesinden gelen kontrol memuruydu. Sanırım iş yeri değişikliğinde bu tür kontroller yapılıyormuş, pek bilgim yoktu bu konuda, öğrenmiş oldum sayesinde.
Bulunduğum odanın girişine karşı masamda çalışırken, gür bir erkek sesinin "selamun aleyküm" cümlesiyle başımı kaldırdım. Yüzüme yapmacık bir gülümseme yapıştırarak, beklenen cevabı vermeyip, hoş geldiniz diye yanıtladım. Hiç de hoş gelmediği ortalığa yaydığı elektrikten belli oluyordu. Davetsiz konuklar için konan koltuğa yayıldı. Her işveren gibi, işverenlerimiz gelen misafirin yüklediği görevin gerginliğini üzerlerine almıştı.
"Hoş geldiniz, yemek yer misiniz?" diye soruldu. Duymadı, ya da duymazlıktan geldi. Tekrar aynı soruyla yüzleştikten sonra, "siz ne yediyseniz ben de ondan yerim" diye yanıtladı… Bizim yediğimiz onu kesmeyeceğinden, işverenim elindeki menüden şef garsonlar gibi, tüm kebap çeşitlerini sayarak tercihinin ne olabileceğini duymak için bekledi.
"Adana, acılı olsun..." deyip isteğini belirtti, içecek olarak da "ayran" dedi. İşverenim acil olsun diye eklemeyi unutmadı telefondaki karşı sese. Ama gelen memurun gelişindeki rahatlık aciliyeti gerektirmiyordu. Belki de açlığının aciliyetiydi kaygı yaratan... O kadar kanıksamıştı ki öğle yemeğini her gittiği yerde yemeye görevinden önce görevi gibi yemeğini sipariş ettirmişti.
Yanımdaki koltukta oturan memurun üzerine sinmiş koku, yeni ateşlenmiş sigaranın dumanı gibi burnuma geliyordu. Rahatsız oldum. Varlığı bile rahatsız etmişti her nedense. Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Kalkıp biraz gezinip oturmayı aklımdan geçirdim ama elimdeki işi bir an önce bitirmeliydim.
İşverenlerim en önemli müşterileri nasıl ağırlıyorlarsa aynı özeni gösteriyordu. Sanki memleketten gelen hemşerililer gibi sonu gelmeyecek bir sohbete girmişti. “Kirası kaça buranın?” diye sordu. Bu soru görev icabıydı. Verilen cevap için, "az değil mi?" diye fikrini belirtti. Oysa işveren kredi çekerek almıştı. Kira öder gibi evinizin taksitini ödeyin, sonunda eve sahip olun mantığı şu dönem için moda idi. İşverenlerim kendi malına kendilerini kiracı göstermişti, kendi kendisiyle kira kontratı yapmıştı... Uzun bir süre kredilerin kolaylığından, bu tür kredilerin kefilsiz faizsiz herkese verildiğinden, kendisinin de nasıl zorluklarla şu an için oturduğu eve sahip olduğunu biz çalışanlar da dâhil olmak üzere hikâyesini anlatmaya başlamıştı.
Ev sahibimiz kocasını kaybettiği için evi satmak istediğini, yabancıya gitmesin siz alın diyerek teklifte bulunduğunu söyledi. Kaçırmayalım dedik, yıllarca o evde oturmuştuk. Oğlan Kayseri de okuyor, benim kazancım yetmiyor, hanım bakanlıkların birinde görevli, kız iş hayatına yeni atılmış. Hanımı emekli ettik, peşinatını verdik, az da kredi çektik. Hanımın maaşını görmeden krediyi ödüyoruz, benim maaş oğlana gidiyor. Kızınkiyle de karnımız doyuyor. Hiçbir şeyin yeteceği yok. Kazançla bu iş olmuyor, diyerek beklentilerini dillendirmişti... Yılların birikimi kendisini bu meslekte bu kadar rahat davranmaya itiyordu. Bir yılı kalmıştı emekliliğe.
Daha yaşınız kaç ki, bu kadar borcun altına girdiniz, diyor işverene. Demek ki boyunuzdan çok kazancınız var ki kalkıştınız bu işe demeye getiriyor lafı. Genç yaşta bu kadar krediyi çektiğinize göre kazancınız iyi ki diyerek şimdi bu tarafın maddi kazancının azlığı ve çokluğunun ne olduğuna geçiyor sohbet.
Kendi kadar kalın kumaştan, içinde sıkışmış görüntüsü veren paltosunu, yemeğin gelişi ile çıkarıp sık sık geldiği ev ziyareti gibi kendisi vestiyere astı. Acılı adana odanın ağır havasını daha bir ağırlaştırmıştı.
Yemeğini yerken kalın bıyığı mı nefes alışını zorluyordu, yoksa acılı adana lokmaları mı yeme sırasında kendini zorluyordu anlamış değildim. Yağlı kıyma kokusu, soğan kokusuyla karışmış, mis gibi kokan çalışma odamız, lokanta havasına bürünmüştü. Ellerini yıkamadan yaptığı dürümleri indiriyordu mideye, şu sıralar domuz gıribi ile ölüm rekorları kıran H1 N1 virüslerini hiçe sayarak... Sehpaya uzanırken göbeği eğilmesine izin vermezken, ağzındaki lokmalar etrafa saçalanırken konuşmasından da geri kalmıyordu.
İşine olan sorumluluk aklına gelmiş olmalıydı ki, "kaç kişi sigortalı çalışıyor?" diye sormuştu. "İki kişi" demişti işveren. Oysa çok kişi çalışıyordu ve çoğu da sigortalı değildi. Hatta bana dönüp soru sorarsa diye bir anda nasıl cevap vermeliyim diye düşünmüştüm. Aldığım maaşın çok çok altında sigortalıydım. Bunu dememem gerektiğini biliyordum, neyse ki sohbet o kadar farklı boyutlara kaymıştı ki bu sorunun bana yönelmesi çok zordu.
Yüzüne yapışan tok insan ifadesiyle koltuğun arkasına yaslandı. Az şekerli Türk kahvesini söyledi. Bir de sigara yaktı mı yemeğin keyfi çıkacaktı. Bu soğukta kim balkona çıkıp da içecekti. Şu anki hükümetin sigaraya hayır kampanyası ve 62 TL. para cezasına inat odanın içerisinde tüttürmek için iş verenin masasına uzanarak bir tane aldı. Yaktı, odanın ortasına içine çektiği dumanı savurdu. Adananın üzerine ona iyi gelmiş olabilirdi ama, sigaranın kokusuna tahammülüm kalmamıştı. Masamdan kalkmıştım. Bu tür şeylere tepkimi veren ben, tepkisizliğimin karşısında sonradan girdiğim odanın penceresini açarak odayı havalandırmak istedim. Hiç alınmamıştı bile pencereden gelen soğuk ve temiz havayı üzerine...
Kalkmak için izin istenmişti. Ortalama on beş dakikalık bir sürede yapacağı işi, bir buçuk saate yayabilmişti. Bu seferlik karı, karnını doyurmak olmuş, beklentilerinin daha çok ve farklı yönlerde olduğunu ne kadar anlatmış olsa da anlaşılmadığının burukluğu ile ayrılırken, işverence, yolunuz buralara düşerse yine bekleriz diyerek uğurlanmıştı.
Yener Balta,
20 Kasım 2009
+
Merhaba,
Öyküye başladım çok hoşuma gitti. Okudukça Babam da ne güzel yazıyo diye düşünüyordum ki, yazının sonunu gördüm. Aferin diyorum ellerine sağlık, gittikçe daha ustalaşıyor yazıların.
Sevgiler.
Editörden kapmışsın diyorum bu arada...:)
G.T.
+
Babam,
Yüz üzerinden yüz...
+
cok cok cok cok cok cok guzel olmus, eline saglik.
:)
gercekten cok begendim.
G.Z.
+
Güzel. Sıkılmadan okudum. Elini tembel alıştırma. Sık sık yaz.
Sevgi...
FEV
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder