BİR KURBAN BAYRAMI
Bayramları oldum olası sevmem.
Çocukluğumda yeni giysilerin bayram adı altında alınması beni hiç mutlu etmezdi.
Bir çift rugan ayakkabının her çocuk gibi benim de başucuma konması heyecan vericiydi. Ayakkabının bayram diye değil, ihtiyacım olduğu için alınması daha da mutlu ederdi. Zaten annem ve babamın bayram için bana yeni bir şey almasına izin vermez, alsalar da bayram günlerinde giymeyi hiç sevmezdim.
Hele hele bayram günleri bize gelen büyüklerin yüzüme doğru ittikleri şefkatten uzak ellerinİ hiç mi hiç öpmezdim. Annemle bu konuda hiç anlaşamazdık. Annem daha bir geleneğe bağlı olduğu için, belki de anne olduğu için büyüklerin ellerinden öpmemiz için pek ısrarcıydı.
Bayram öncesi evde yaşanan gerginlik, alışılagelmiş düzenin bozulup, bizim için değil, gelecek olanlar için temizlenmesi, düzenlenmesi, hazırlanması evin huzurunu kaçıran nedenlerdendi. Annem de babam da aile büyüğü sayılırdı, bir iki gidilen ziyaret dışında hep bize gelinirdi.
Şeker Bayramında, sütlaç, zerde, yuvarlama yapılır, yuvarlamanın yapılış aşamasında aramızda çok tartışmalar olurdu. Zira annem dört kızının dördünü birden tıpkı kendi annesinin, kendi kardeşlerini topladığı gibi sofraya oturtup yuvarlamamızı isterdi. Altı kişilik ailemiz için yapılmış olsaydı neyse ne de, gelenleri de düşünüp yapılan yuvarlama işleminden kollarımızın ve bileklerimiz ağrırdı.
Bayramların güzel yanı yok muydu? Bu bayram sonrasında unutulmaz sohbetlere dalardık. Yuvarlamanın tek tek yuvarlanmasındaki eziyeti çekmemek için yeni formüller arardık.
Şimdi istense de bir araya gelmek mümkün değil artık. Ne büyüklerimiz kaldı, ne bayram heyecanları, ne de bayramların anlamı!..
Kurban kesmek bizim ailede hiç kabul görmeyen bir ibadetti. Bir cana kıymak, ne acı. Bazen kurban eti yerken kesildiği aklıma gelince boğazıma düğümlenen lokmaları yemekten vazgeçerdim.
Ben, ilkokul çağlarındayken bizim kesmediğimizi bilen ve kendisi de kurban kesmeyen dayım, kurbanı bizim evin bahçesinde kestirmiş, etini de İhtiyacı olana dağıtarak ibadetini yerine getirmişti.
Bir kurban bayramından aklımda kalan, beton zeminli bahçemizin, mutfak penceresinin demir parmaklığına iple bağlanan koyunun, kesme zamanı gelince de orada kesilmesiydi.
Bir leğene su koyup getirmemi istemişlerdi. Sanırım kesilmeden önce son bir kez su içmesi içindi hayvanın.
Kurbanın gözlerini beyaz bir bezle, ön ve arka ayaklarını da iple bağlayıp yere yan yatırdıklarını görmüştüm. Anlayamadığım Arapça kelimeler birbiri ardına sıralanırken, kesecek olan kişinin elinde bıçağı görmemle içeri kaçtığımı anımsıyorum.
Çıktığımda baş gövdeden ayrılmış, derisi yüzülüyordu. Kesilen yer kan gölüne dönmüştü. Akan kan mutfak penceresinden içeri uzatılan hortumdan gelen su ile yıkanmıştı.
Deri yüzülme işleminden sonra iç organlarının çıkarılmasına sıra gelmişti. Yere dizilen leğenlere hayvanın eti, butu, içi, dışı, artanı konmak için gruplanmıştı. Mide, ciğer, böbrek, bağırsaklar derken karın bölümüne gelince herkes bir duralamıştı. Büyüklerin kimisi ayakta, kimisi çömelmiş yerde kendi aralarında konuşurlarken kesilen kurbanın gebe olduğu anlaşılmıştı. Kurbanın kabul olup olmayacağı, ne yapılması gerektiği, kesmeden önce satıcıların bunu bile bile satmaları derken kendi aralarında geçerlilik nedeni ararlarken, işin içinden bir şekilde çıkmışlardı. Kendimce araladığım aralıktan küreğin içinde duran, sıvı zar kesesinin içinde mini minnacık şeffaf bir kuzu görmüştüm. Bir baş, dört ayak ve gövde tamamıyla seçiliyordu. İki küçük kara nokta gözlerinin çukuru olsa gerekti.
Sokağın alt kısmında kalan beton bahçemizde konuşmalar uğultu halinde kulağımda gezinirken, sokaktan geçen kamyonetin megafonundan çıkan metalik ses, "kurbanlarınızı Türk Hava Kurumu'na bağışlayın" anonsu yapılıyordu.
YENER BALTA, 10 KASIM 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder