AHMET BEYE NE OLDU?..
En büyük sinema salonlarının birinde tercih ettiğim filmi bulabiliyorum. Bileti almak için gittiğim sinema gişesinde, arka sıralarda pek yer kalmadığından ve o filmi de kaçırmak istemediğimden ön sıradan bir bilet alıyorum.
Patlamış mısırın kokusu beni baştan çıkartsa da film arasına kadar irademi zorlayacağım.
Salona girdiğimde hafif yukarı doğru meyilli dar koridordan sola dönüp, koltuk numarama bakıyorum. Küçüklüğümde gittiğim sinema salonları ile ilgisi olmayan salonda, bir film süresi bana ait koltuğa oturuyorum. Alaca karanlık, siyah ve kırmızının hakim olduğu salonda, yerlerini arayanların arasında çalan hafif müzik insanı rahatlatıyor. Önden ikinci sıradaki ilk koltuğa oturuyorum.
Seyirciler yavaş yavaş salona girerken, tekerlekli sandalyesini kendi kumanda eden bir adamın da içeri girdiğini fark ediyorum. Tekerlekli sandalyeye bağımlı kalmak, hayattan kopmak anlamına gelmiyordu. Tüm engellere rağmen sinemaya gelmişti işte. En öndeki koltuğa doğru yanaşırken, arkasından içeriye irice iki görevli girdi. Tekerlekli sandalyede oturan adama doğru hızlı adımlarla yaklaşıp, "geldik Ahmet abi, geldik" deyip, bir sağına biri soluna geçip koltuk altlarından ve bacaklarından yakalayıp sinema koltuğuna geçirdiler. "Burada daha rahat edersin" dedi birisi... Birbirlerini tanıyor olsalar gerek ki, birbirlerine şaka yollu takılıp, "aman sakın geç kalmayın, her zaman olduğu gibi filmin bitmesine yakın gelip beni alın" dedi. İçlerinden biri "sen merak etme Ahmet abi, biz o işi halleder, kimseler ayaklanmadan seni dışarı çıkarırız" deyip, tekerlekli sandalyesini de alıp yanından gülerek ayrıldılar.
Filmin başlamasına az bir süre kalmıştı, perdede reklamlar gösteriliyordu. Seyirciler bir bir içeri giriyordu.
Gelecek programların fragmanlarından ilki perdeye yansımıştı. İyice koltuğuma gömülmüş filmi izlemek için kendimi hazırlamıştım. Film başlamış, ortalık karanlığa gömülmüştü. Bir an cılız el feneri koridordan içeriyi aydınlatmış, geç kalan iki kişi görevlinin yerlerini göstermesiyle yerlerine oturmuşlardı.
Film, bir çok dalda oskar ödülü almıştı. İki saatlik bir süre içinde aklımdaki herşeyden uzaklaşmıştım. Film beni içine çekmiş, sanki filmin kahramanlarından biri haline gelmiştim. En güzel, en karmaşık, en heyecanlı yerinde on dakika ara denmiş, kendimle yaptığım savaşı kaybedip, en küçüğünden patlamış mısır almıştım.
On dakikalık arada önde oturan Ahmet bey'i iki kişinin fark etmesi üzerine "vay Ahmet abi, ne haber?" diyerek, sevgi ve coşku ile selamlaşmışlardı. İçlerinden biri "Yalnız mısın?" diye sorup, "bizim yanımız boş, seni de bizim yanımıza arkaya alalım" deyip, kucaklayıvermişlerdi.
Gong sesi duyulmuş, film kaldığı yerden başlamıştı. On dakika aranın yetmediği sürede, iki kişi o kalabalıkta ve karanlıkta Ahmet bey'den boşalan yere oturuvermişlerdi.
Bir sinema filmini değerlendirilirken ele alınan tüm özellikleri, başarılı bir şekilde bu filmde bulmuştum.
Büyük bir keyifle filmi izledim. Filmin son dakikaları yaklaşmış, filmde kimler görev almışsa uzun bir liste sıralanacakken, içeri Ahmet bey'in anlaştığı sinema görevlileri sesizce girmiş, en ön sırada oturan adamı kucaklamış, o an kıyamet kopmuştu. Kucağa alınan adam donakalmış, yüksek sesli final müziği başlamış, yan koltukta oturan kadının, "kocamı nereye götürüyorsunuz?" çığlıkları müziğe karışmış, sesini duyuramamıştı. Kucaktaki adam ne kadar debelensede olayın şokundan dolayı bağırmaya çalışsa da sesi duyulmaz olmuştu. Dar, karanlık koridordan dışarı çıktıklarında iki görevli gerçekle yüzleşmişlerdi.
Kucakladıkları adamın Ahmet bey'in olmadığını öğrenince ne diyeceklerini bilememiş, özür üstüne özür dileseler de neler olduğunu güçlükle ifade etmişlerdi. Adamın sesi çıkmaya başlamış, "sizi dava edeceğim, şikayetçiyim sizden" derken, karısı yanına gelmiş, o da olayın içine dalıvermiş, karı koca iki görevli ile bir dövüşmedikleri kalmıştı.
Olay bir anda büyük heyecanlara neden olmuştu. Seyirciler salondan çıkarken, iki görevli içeri girmiş, peki Ahmet abi nereye gider dercesine birbirlerine sorar gözlerle bakmışlardı. Birbirlerine sürekli bir şeyler söyleyip, gülüşüyorlardı. Ahmet bey'i gözleriyle arıyorlardı.
Salondan çıktığımda Ahmet bey tekerlekli sandalyesine oturmuş, bir arkadaşı sandalyesini iterken, diğer arkadaşı ile de koyu bir sohbete dalmış şen şakrak gidiyorlardı.
Yener Balta, 15.12.2011