KÖŞE YAZISI
Ben küçükken, babam işe giderken her sabah Cumhuriyet gazetesini aksatmaz alırdı. Babam o zamanlar Gaziantep'in yerel gazetelerinden birinde günlük köşe yazısı yazardı. O gazeteler de bir iki gün sonra iş adresine postalanırdı. Her iki gazete de akşam eve geldiğinde çantasında olur, bizlerden biri okumak istediğinde çantasından alır, almasak da okumamızı istediği için çıkarır masaya bırakırdı.
Saklayacağı bir yazı varsa keser, tarihini not alır, sarı samanlı kağıtlara yapıştırır, telli pembe dosyasında biriktirirdi. Geri kalan gazeteler, kimi zaman annemin üzerinde sebze ayıkladığı, nane kuruttuğu, kışın bizim ve komşuların sobalarını tutuşturmak için kullanılırdı.
Her ikisi de renksiz gazetelerdi! O zamanlar pek ilgimi çekmeyen gazeteler siyaset, ekonomi ve köşe yazıları ile doluydu. Sanat ve kültür sayfasındaki ilgimi çekerse şöyle bir bakardım.
Hele hele babamın köşe yazısını yazdığı yerel gazete, pek sevimsizdi. Ofsete geçildiyse de hala klişe ile basılan teknikleydi. Daha da bir karamsardı. Yine ön sayfa gündemdeki konular, hükümetin aleyhinde ya da lehinde haberler olarak düzenlenmiş olurdu.
Babamın yazısına gelince!.. En çok zorlandığım şeydi o gün için. Minicik harflerin eğri büğrü dizilişleri, yer yer daha koyu, ya da silik oluşları... Okumak zül gelirdi bana. Hiç ilgimi çekmezdi. Bazen okur ama anlamazdım. Çünkü ardından babamın sorusu gelecekti. Nasıl bulduğumu soracaktı, beğenip beğenmediğimi soracaktı, fikrimi soracaktı!.. Bir fikrim yoktu o zaman, sadece okurdum... İstemeyerek de olsa, zorlansam da...
Bazen daktilo ile yazdığı sarı samanlı kağıdı, gazeteye yollamadan önce bana uzatır; "bak bakalım, nasıl olmuş?" derdi. Büyük harflerle başlığını yazdığı, paragraf boşluğu ile giriş yaptığı, yer yer yanlış yazdığı bir kelimeyi ya da harfi daktilo merdanesini geri sarıp büyük X harfi ile üzerlerine ardı ardına sıraladığı... Bir sayfayı geçmezdi. Çünkü o bir sayfa yazı, gazetedeki köşesinin alacağı kadar yazı demekti.
Sarı samanlı kağıt da mutsuzdu, renksizdi, tatsızdı! Belki de okumaktı bana öyle gelen!.. Babam örnek olamamıştı bana o sıralar, örnek almayı çok istediysem de... Onun bilgisi karşısında kendimdeki bilgisizliğin belki de yükü ağır geliyordu!
Dedim ya küçüktüm!..
Şimdi, okumak bir yana, onun yazılarının kovalayanı oldum. Her yazdığı yazısını ilk bana yolladığı zamanlar olur, düzeltmelerini kırmızı ile belirler tekrar ona yollarım. Bazen üzerinde yorum yapar fikrimi belirtirim. Yeni kitabının hazırlığındaki heyecanı onunla yaşarım. Mesleğim gereği kitaplarının hazırlayıcısıyım. Bu konuda sağ koluyum babamın. Ne büyük mutluluk benim için...
Hem benim hem onun için mutluluğun en büyüğü de sanırım benim de yazmam. Hatta şu an benim de yerel bir gazetede köşe yazmam!.. Yazdığım yazıları ilk ona yollarım. Okur, bazen yazımın başlığını onun koyması beni mutlu eder, varsa gözden kaçan yanlışları düzeltir...
En heyecanlı yanı da, adımı ve tarihini yazdığım satırın altına bir X işareti koyar; "Yener, çok güzel olmuş, sanki ben yazmışım..." gibi alt alta şiir tadında beğenisini sıralar, kimi yazılarıma, "Yener, okudum. Hayran kaldım. Sen bu yeteneği nereden aldın? O kadar güzel anlatmışsın ki, değme öykücüler bile eline su dökemez. Umarım Yener, buna devam eder, tökezlemez..." gibi notlar yazarak, adını ve okuduğu tarihi de not düşüp sevgisini ve mutluluğunu belirtir...
Ne güzel bir yanı kalmış babamın bende, umarım tüm özelliğini alabilirim kendisinin...
Yener Balta, 11 MART 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder