HAZAN, HÜZÜN MEVSİMİ OLDU
“Yazmak istemiyorum!” demek
ne kadar anlamsız kalsa da, yazıyorum... Yazıyorum çünkü, sözüm var!
Neredeyse tek diyebileceğim, her
yazımın ilk okuyucusu yok artık! Yazma konusunda yalnızım. Belki de bana örnek
olan, yazmayı sevdiren, her zaman beğenen, yazım olmamışsa bile hevesimi
kaçırmadan eleştiren, canım babam yok artık.
O gittiğinden bu yana üç yazı
yazdım. Üçü de kendisiyle ilgili, kendi gidişiyle... Bundan öncekilerde yine
kendisi ve bende bıraktığı izleriyle, bizlere yaşamın akışında verdiği
eğitimleriyle...
O’nun gidişi henüz çok yeni,
aklıma gelen ne varsa hüzünlendiriyor beni. Hüznüm göz yaşlarıma dönüşüyor.
Bazen kendime söz geçiremiyor ağlıyor, ağlıyorum...
Yaşamı sorguluyorum.
Sevdiklerim bir bir gidiyor yanımdan, sevdiklerimin gitmesi, bir daha geri
dönmeyeceğini bilmek ne kadar acı ve çaresiz kılıyor beni...
Önce annesiz, sonra babasız,
yalnız yapayalnız eve onlarsız girmek ne acı. Annemin gittiğinde babam vardı.
Bir tesellim vardı. Babam da gittiğinde eşyaları, evdeki sıcaklığının ardında bıraktığı izleri, anıları...
Ve de büyük bir hazinesi!.. Kitapları...
Geçenlerde saatler bir saat
geri alındı. Saatler bir saat ileri ya da geri alındığında, babama gittiğimde
ilk iş evdeki tüm saatleri düzeltmek olurdu. Her odada, mutfakta, koridorda,
hatta banyoda saat vardı... Babam olmasa da, bana söylemese de gözlerim buğulu
tüm saatleri bir saat geri aldım. Sanki babam varmış gibi... Belki de tüm
saatleri durdurmalıydım!
Babamın gidişinin ardından evine ilk gidişim olabildiğince
dokundu bana. Sanki o günü tekrar yaşadım. Ağladım, ağladım...
Evin tümü onun izleriyle doluydu.
Olabildiğince soğuk, alabildiğine yalnız ve donuk... Bir tek babam yoktu o
varken ki sıcak evde... Çalışma odası, masası, bilgisayarı, kitapları, onun
yazdığı kitaplar hepsi onsuz birer öksüz çocuktu. Ve çalışmadığı saatlerde
dinlendiği, uyuduğu yatağı, ne de soğuktu... Çoğu şeyden gözlerimi kaçırırken
fark ettim kendimi...
Çarşıda gördüğüm ne varsa onu
anımsatan bana, ondan vazgeçtim. Birçok şeye anlamını, varlığını yüklemiş babam
onu bana hatırlatan... Elim varmıyor, yüreğim dayanmıyor, almaya, değmeye, tatmaya...
İşte bir sonbahar, “sonbaharda
giden çok olur kızım!” derdi babam! İşte bu sonbahar kuru yapraklar gibi
savurdu bizi, alıp götürdü babamı benden. Bu sonbahar babamın yası oldu...
Sarı, kızıla çalan hazan mevsimi hüzün mevsimi oldu, kara kapkara...
“Babanın yokluğu gidince
anlaşılır!” demişti bir gün babam bir konuşmasında... İşte gidişiyle yaşatıyordu
bana...
YENER BALTA, 20 KASIM 2015