YERFISTIĞI II
Her çocuğun babasına sorduğu mutlak sorulardan biridir bu;
baba bana ne aldın?
Koltukta oturmuş yer fıstığının kabuğunu iki parmağımla
soyarken, beni geçmişe götürdü.
O zamanlar hiç geçmişe gitmeyecek dediğiniz o anki yaşantılar,
bir bakmışsınız geçmişte, anılarda, özlemlerde kalıyor. Sadece anıyorsunuz.
Burnunuz sızlıyor, gözleriniz doluyor. Olmuyor mu? Bana oluyor, hele ki o an
hassassam göz yaşlarıma dönüyor. Ne çok oluyor, anlatamam...
Özlem doluyum anneme, babama. Ben, bu dünyaya getiren iki
insana...
Babam! Biliyor ki evinde sıcak yemeği, eşi ve dört kız
evladı onu bekliyor. Her akşam en son eve o giriyor ister istemez. İş yerinden
çıkıp eve geldiğinde bizler okuldan gelmiş bir göz odada kimi zaman ödevlerini
yapan, kimi zaman televizyon izleyen, kimi zaman uykuya geçmiş... Bir şekilde
buluyor işte o bir birini seven sıcak ailesini...
(Bir sır vereceğim. Bitmez sandığınız, elbet bu evden bir
şekilde kurtulur giderim diye düşündüğünüz, ana baba dinlemeyip karşı
geldiğiniz, bazen kızdığınız, hizmet beklediğiniz, bazen küstüğünüz sizden
olumsuz gelen ne olursa olsun vazgeçmeyen ananız babanızın... Onların sıcaklığı
var ya; işte o kadar da uzun sürmüyor. Sizin gitmeniz farklı da, onlar gidince
dönmüyor. Lütfen kıymetini bilin gençler o iki yüce insanın...)
Babam her akşam elinde ya da çantasında bize aldığı bir şeyi
getirirdi. Bu soruyu elinde bir şey görmediğimde sorardım. O sobalı evimizde
oturma odasının kapısından göründüğünde kafasını uzatır bakar, bizi gözleriyle
kucaklar... Odasına geçer üzerindeki kıyafetlerini değiştirir, el ve ayakların
yıkar bulunduğumuz odaya gelirdi. Annem çoktan yemeği hazırlamış olur, babamın
masaya gelmesini beklerdik. Yemek ve sonrasında kimin ne sorunu ya da heyecanı,
mutluluğu varsa tek tek ilgilenir sorardı.
Meğer ne kadar değerli anlarmış o anlar.
Çoğu zaman kiloluk ay çekirdeği alırdı bize. Kızılay’dan
otobüse binmeden. Bittiğinde bazen ısmarlardık. Unutmaz alırdı. Dört kız ve
gelen giden derken evde ses eksik olmazdı. Hatta babamı kaybettiğimde, benimle
anısını paylaşan bir yakın arkadaşı anlattı.
“Bir akşam iş çıkışı onunla eve geliyorduk, “gel hele şuradan
çekirdek alalım da, evdekilerin sesi kesilsin” deyip gülüşmüştük” demişti. Evet
gerçekten çekirdeği bir görevmiş gibi bırakamaz yarışırcasına çitlerdik. Sesimiz çıkmaz, çıt çıt sesi odayı doldururdu. Ne
zevkli akşamlardı onlar.
(Size ikinci bir sır vereceğim, o bazen kavga ettiğiniz,
bazen bir şeylerinizi paylaşamadığınız, bazen düşmanınız olarak gördüğünüz, bazen
bir yanlışını anneye babaya sızdırdığınız... Çoğu zaman kıskandığınız
kardeşlerinizle de iyi geçinin, kardeş olmanın kıymetini bilin, hiç
ayrılmayacak gibi daraldığınız günler çok gerilerde kalıp, görmek isteseniz de
mümkün olmayan anlar olabiliyor. Lütfen iyi geçinin.)
Bazı akşamlar tulumba tatlısı alırdı. Yiyeceği iki üç
parçayı tabağına alır gerisini bize uzatır yememizi seyrederdi.
Bazı akşamlar bakkala uğrayıp, gofret alırdı. Her birimize
bir tane. Ben gofreti çok severim. Hala bu yaşımda da... (Bir ara sigara gibi
bağımlılık yapmıştı. Sigarayı terk edenler gibi bıraktım neyse ki, burnumda
tütse de...) Hemen yer bitirirdim. Bazen annemin gofretinden ısırırdım. Bazen
babamın gofretine de sulanırdım. Babam kırmaz verirdi bana... Bir güzel onu da
yerdim.
Yer fıstığı onun çantasında az miktarda olurdu. İçinde tuzlu
tuzsuz yer fıstığı, sarı leblebi, kuru kuş üzümü karışımı. İşte hiçbir şey
bulamazsam o küçük kesekağıdına dadanırdım. Gün içinde atıştırmalığıydı onun
kendisi için ayırdığı.
Size açıktan bir sır daha vereyim mi; her an, her yaşanılan,
her paylaşılan ya da işte o her ne ise lütfen kıymetini bilin. Hani derler ya
büyükler; “bir şeyin kıymetini kaybedince anlarsın!”
Geçmiş ola...
Yener Balta.
14 Kasım 2017