SONSUZ AŞK
Lise yılları... Kız lisesi hem de! Ergenlik yılları...
Pek iyi anlaşan yedi kız 8.20-16.00 arası olan ders
saatlerini asıp sinemaya gitmeye karar veriyoruz. Sınıfın toplam sayısı on beş
kişi. Yedisi gidince kalan sekiz yetmeyecek öğretmenlere biliyoruz. Sonrasında
tatlı kulağımız çekiliyor...
Evin haberi var mı şu an hatırlamıyorum ama saflığın ve
dürüstlüğün hat safhası olan yıllarda eminim eve söylemiş olmalıyız. Söylemiş
olmalıyız; Ulus’ta olan okula otobüsle ulaştığımız için hepimizin cebinde gidiş-geliş
yol ve simit parası olurdu. Üzeri olmadığı için, sinemaya gideceğimiz parayı da
evden istemiş olmalıyız.
Sabahın erken saatinde okula gitmeyip, okul çevresinde
buluşup Ankara’da, Bahçelievler semtindeki sinemaya gitmiştik. İlk seansda
filme girmeyi planlamıştık. Geri kalan zamanda da okulun bitiş saatine kadar (aramızdan
sadece birimizin annesi çalıştığından en uygun ev onların olduğu için) arkadaşın
evlerine gidip kalan zamanda da birlikte vakit geçirecektik.
Film!.. Aklımda olmasa da afişi hala aklımda. Bana bu yazıyı
yazdıran da aslında bugün aldığım bir watsap mesajı. Sevgili kuzenlerimden biri
bana bir youtube linki atıp, “Bu müziği çok severim. Şu an dinlerken aklıma sen
geldin. Yenimahalle’de ki evinizde girişin sol yanında bulunan kapının
arkasında asılıydı. O oda da sen kalırdın.” diyerek anısını benimle paylaşmış.
Endless Love, Brooke Shields ve Martin Hewitt’in başrolde
oynadığı film. Yönetmeni ise Franco Zeffirelli... 1981 yapımı. Bizler henüz
lise birdeyiz...
O yaştaki kızların kendilerini başrol oyuncularının yerine
koyup filmin içinde hissettikleri yaşlar. Film romantik dram... Filmden kalan
şu an pek bir şey yok bende. Ama film etkilemiş olmalı ki bu yaşıma kadar
unutamamışım... Sanırım o dönemin gişe rekorlarını kırmış olmalı, bizler bile
gittiğine göre...
Sinema çıkışı nasıl olduysa filmin afişini istemiştik. Yere
göğe sığdıramamıştık o afişi. Zarar gelecek, kırışacak diye de bir yere
sokamamıştık. 70x100 boyutunda olmalıydı. O zaman için kocaman afiş boyutuydu
bizim için. Mecbur katladık, çantaya sığacak boyuta getirdik. Bir süre okula
gidip geldi çantada. Gelmeyen sekiz kişiye de göstermeliydik afişi... Duvara
teneffüste asar, hoca derse gireceğinde kaldırırdık. Bir süre böyle devam etmiş
olmalı...
O afiş henüz evde bir odam olmayan ve odamın olmasını çok
istediğimden, kışları girmediğimiz, önceden misafir odamız olan odayı kendime
göre düzenlemiştim. O oda annemin ne emeklerle diktiği dikişlerin kazancıyla
alınan koltuk takımlarının bulunduğu oda idi. Kışın soğuk diye, yazın da
misafir gelecek diye pek kullanılmazdı. Bendeki radikallikle annemi ikna
edemesem de bir gün evde yalnızken tüm koltuk takımını tek başıma oturduğumuz
odaya taşımıştım. Oradaki sedirleri de soğuk odaya... Artık misafir gelse de
gelmese de, yaz ya da kış fark etmeden koltuklarda günümüz geçecekti. Annemle
çok tartışmamız olmuştur bu konuda...
O sıra akrabalardan biri yeni takımlar alıp, eskisini
atamayıp, kimselere veremeyip, olmayan yemek odamız için yemek odası takımını
bize vermiş olması o odanın depo durumuna geçmesini sağlamıştı. Devasa bir
dolap, oymalı, hantal sandalyeler, büyük ve ağır yemek masası... Niyeyse milletin
eskisi bizde kıymetliydi!
O depo odasında kendime hazırladığım yatakta soğuk dinlemez
yatardım. Babam, “Sobanın sıcağı gelsin”
diye kapıları açardı. Annem, “Donarsın, hasta olursun kalk diğer odaya koltuğa
geç.” dese de dinlemezdim. Televizyon kapanacak, evdekiler yataklarına gidecek (ki
annem, babam ve ben kalmıştık altı nüfuslu) evde... Kalkıp yüklükten yorgan
çarşaf açıp yatağı sermekten hiç hoşlanmayan ben, yatağım her zaman serili
olsun, ayrı bir odam olsun istediğimden geç de olsa kendime ait bir dünya
kurmuştum.
İşte o yıllarda o afişi bu odanın arka kapısına asmıştım.
Benden başka kimseler görmeyecekti. Zaten kaldığım odada onu asacak boş duvarda
yoktu. Eşya ve kitaplıklar vardı dört bir yanda. Ben de aklımca en uygun yer
olan kapının arkasına asmıştım. Yattığımda da karşımda olacaktı kapı kapandığında.
Bu afiş annemle aramızda sürekli bir tartışmaya neden olmuştu. O terbiyesiz buluyordu.
Konuya komşuya, gelene gidene ayıp olur diye çıkarmamı ister dururdu. İçeriden
ışık yandığında koridordan afiş anlaşılırmış. Afiş büyüklüğünde iki oyuncunun yüzlerinin
yarısı ve birleşmeyen iki dudağın temassız halleriydi afiş. Kenarda köşede de
küçük yazılar...
Afişin akıbeti ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Annem mi
yırttı, ben mi lanet olsun deyip kaldırdım hiç hatırlamıyorum. Ama bir film
afişine karşı çıkan annem olduğuna, sürekli bana kaldır onu oradan demesinden
bıkmış, olmayan odamın, olmayan duvarına bile sevdiğim bir afişi asmama izin
verilmemişti...
19 Mart 2017
YENER BALTA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder