21 Mart 2017 Salı

SONSUZ AŞK

SONSUZ AŞK

Lise yılları... Kız lisesi hem de! Ergenlik yılları...

Pek iyi anlaşan yedi kız 8.20-16.00 arası olan ders saatlerini asıp sinemaya gitmeye karar veriyoruz. Sınıfın toplam sayısı on beş kişi. Yedisi gidince kalan sekiz yetmeyecek öğretmenlere biliyoruz. Sonrasında tatlı kulağımız çekiliyor...

Evin haberi var mı şu an hatırlamıyorum ama saflığın ve dürüstlüğün hat safhası olan yıllarda eminim eve söylemiş olmalıyız. Söylemiş olmalıyız; Ulus’ta olan okula otobüsle ulaştığımız için hepimizin cebinde gidiş-geliş yol ve simit parası olurdu. Üzeri olmadığı için, sinemaya gideceğimiz parayı da evden istemiş olmalıyız.

Sabahın erken saatinde okula gitmeyip, okul çevresinde buluşup Ankara’da, Bahçelievler semtindeki sinemaya gitmiştik. İlk seansda filme girmeyi planlamıştık. Geri kalan zamanda da okulun bitiş saatine kadar (aramızdan sadece birimizin annesi çalıştığından en uygun ev onların olduğu için) arkadaşın evlerine gidip kalan zamanda da birlikte vakit geçirecektik.

Film!.. Aklımda olmasa da afişi hala aklımda. Bana bu yazıyı yazdıran da aslında bugün aldığım bir watsap mesajı. Sevgili kuzenlerimden biri bana bir youtube linki atıp, “Bu müziği çok severim. Şu an dinlerken aklıma sen geldin. Yenimahalle’de ki evinizde girişin sol yanında bulunan kapının arkasında asılıydı. O oda da sen kalırdın.” diyerek anısını benimle paylaşmış.

Endless Love, Brooke Shields ve Martin Hewitt’in başrolde oynadığı film. Yönetmeni ise Franco Zeffirelli... 1981 yapımı. Bizler henüz lise birdeyiz...

O yaştaki kızların kendilerini başrol oyuncularının yerine koyup filmin içinde hissettikleri yaşlar. Film romantik dram... Filmden kalan şu an pek bir şey yok bende. Ama film etkilemiş olmalı ki bu yaşıma kadar unutamamışım... Sanırım o dönemin gişe rekorlarını kırmış olmalı, bizler bile gittiğine göre...

Sinema çıkışı nasıl olduysa filmin afişini istemiştik. Yere göğe sığdıramamıştık o afişi. Zarar gelecek, kırışacak diye de bir yere sokamamıştık. 70x100 boyutunda olmalıydı. O zaman için kocaman afiş boyutuydu bizim için. Mecbur katladık, çantaya sığacak boyuta getirdik. Bir süre okula gidip geldi çantada. Gelmeyen sekiz kişiye de göstermeliydik afişi... Duvara teneffüste asar, hoca derse gireceğinde kaldırırdık. Bir süre böyle devam etmiş olmalı...

O afiş henüz evde bir odam olmayan ve odamın olmasını çok istediğimden, kışları girmediğimiz, önceden misafir odamız olan odayı kendime göre düzenlemiştim. O oda annemin ne emeklerle diktiği dikişlerin kazancıyla alınan koltuk takımlarının bulunduğu oda idi. Kışın soğuk diye, yazın da misafir gelecek diye pek kullanılmazdı. Bendeki radikallikle annemi ikna edemesem de bir gün evde yalnızken tüm koltuk takımını tek başıma oturduğumuz odaya taşımıştım. Oradaki sedirleri de soğuk odaya... Artık misafir gelse de gelmese de, yaz ya da kış fark etmeden koltuklarda günümüz geçecekti. Annemle çok tartışmamız olmuştur bu konuda...

O sıra akrabalardan biri yeni takımlar alıp, eskisini atamayıp, kimselere veremeyip, olmayan yemek odamız için yemek odası takımını bize vermiş olması o odanın depo durumuna geçmesini sağlamıştı. Devasa bir dolap, oymalı, hantal sandalyeler, büyük ve ağır yemek masası... Niyeyse milletin eskisi bizde kıymetliydi!

O depo odasında kendime hazırladığım yatakta soğuk dinlemez yatardım. Babam, “Sobanın sıcağı  gelsin” diye kapıları açardı. Annem, “Donarsın, hasta olursun kalk diğer odaya koltuğa geç.” dese de dinlemezdim. Televizyon kapanacak, evdekiler yataklarına gidecek (ki annem, babam ve ben kalmıştık altı nüfuslu) evde... Kalkıp yüklükten yorgan çarşaf açıp yatağı sermekten hiç hoşlanmayan ben, yatağım her zaman serili olsun, ayrı bir odam olsun istediğimden geç de olsa kendime ait bir dünya kurmuştum.

İşte o yıllarda o afişi bu odanın arka kapısına asmıştım. Benden başka kimseler görmeyecekti. Zaten kaldığım odada onu asacak boş duvarda yoktu. Eşya ve kitaplıklar vardı dört bir yanda. Ben de aklımca en uygun yer olan kapının arkasına asmıştım. Yattığımda da karşımda olacaktı kapı kapandığında. Bu afiş annemle aramızda sürekli bir tartışmaya neden olmuştu. O terbiyesiz buluyordu. Konuya komşuya, gelene gidene ayıp olur diye çıkarmamı ister dururdu. İçeriden ışık yandığında koridordan afiş anlaşılırmış. Afiş büyüklüğünde iki oyuncunun yüzlerinin yarısı ve birleşmeyen iki dudağın temassız halleriydi afiş. Kenarda köşede de küçük yazılar...

Afişin akıbeti ne oldu şimdi hatırlamıyorum. Annem mi yırttı, ben mi lanet olsun deyip kaldırdım hiç hatırlamıyorum. Ama bir film afişine karşı çıkan annem olduğuna, sürekli bana kaldır onu oradan demesinden bıkmış, olmayan odamın, olmayan duvarına bile sevdiğim bir afişi asmama izin verilmemişti...

19 Mart 2017
 YENER BALTA



Hiç yorum yok: