MUTLU SON
Tam tamına üç yılı doldurmuştu kendine ait şirketinde. Birkaç tanıdığın muhasebesini tutuyor, bu tür işler tanıdığın tanıdığa tavsiyesi üzerine olduğu için muhasebesini tutacak yeni bir şirket bulamıyor, borçlarla boğuşur bir halde çözüm arayışlarına gidiyordu.
Merkez Bankası’nda çalışan bir arkadaşı, Türkiye’nin durumunun iyiye gitmediğini, paranın gittikçe değer kaybettiğini, yakında devalüasyon olacağını, dolar olarak ödediği dükkan kirasının kendisini zorlayacağını, Türk lirası ile ödeyebileceği bir iş yeri bulmasını önermişti kendisine. Arkadaşının bu konuşmalarını pek dikkate almamış, elbet bir çıkar yol bulurum diyerek uyarıları kulak ardı etmişti. Kendine güveni sonsuzdu, kendi kendinin patronuydu, hırslıydı, başarılı olacağından emindi.
Belma aradı kendisini, yeni bir şirkette işe başladığını, şirketin muhasebesini tutup tutmayacağını sormuştu. Tercih yapması söz konusu değildi elbet. İş yoktu, canı sıkkındı, böyle bir teklifi bekletemezdi, aldığı adrese bir saat içinde gitmişti.
Belma, Mehmet’i iyi tanıyor, ona güveniyor ve işine ne kadar saygı duyduğunu birlikte çalıştıkları için biliyordu. Güvenilir insandı Mehmet, sözünün ve işinin eriydi. Belma, kendi işvereni ile tanıştırırken “Çok iyi bir insan” diye tanıştırmıştı.
“Belma sizden bahsetti bana” diye söze girmişti iş veren. Muhasebe işlerini konuşurken yeni bir alışveriş merkezi inşa ettiklerini, bitmek üzere olduğunu bitişiğinde de küçük bir akaryakıt istasyonu kuracaklarını açıklamıştı. “Güvenebilecekleri, önerebileceği birileri var mı?” diye kendisine sorulmuştu. O an için pek dikkate almamış, “Aklımda bulunsun, uygun olan birileri olduğunda haber veririm size” demişti. Aradan birkaç gün geçmiş, muhasebe işlemlerini bildirirken, yöneticilik için uygun adayın olup olmadığı sorulmuştu kendisine. Hiç kimse yoktu çevresinde şu an için, kimseye de kefil olmak istemiyordu. Yardımcı elemanı yoktu, gerekli evrakları almak için kendisi gitmişti Belmaların şirketine. İşveren Mehmet’e, “Elemanı boşverelim, gel bu işin başına sen geç” demişti. Bir anda şaşırmıştı, iş aramıyordu ki, hem o kendi kendinin patronuydu, yıllardır başkalarının emri altında çalışmış, kendisi işini eninde sonunda kurmuştu. Belma söylemiş olmalı, onun sözüne güvenmiş olmalı ki bu işi bana teklif ediyorlar diye düşündü.
Yanıtlamalıydı, kendisi bozulsa da yapılan teklif güzeldi, “Güveninize teşekkür ederim ama bu işle ilgilenmiyorum, yine aklımda bulunsun uygun biri çıktığında size yönlendiririm” demişti.
İşler gün geçtikçe kötüye gidiyor, kirayı nasıl ödeyeceğini düşünüyordu. Yüz yüze görüşülen iş teklifi, üç kez de telefonla yöneltilmişti kendisine. Belki de denemeliyim diye düşündü, her işte vardır bir hayır diyerek, “Teklifinizi değerlendirmek istiyorum” diye telefon etmişti. Şartları öğrenmek için akaryakıt istasyonunda buluşup, oradaki ofiste konuşmayı uygun görmüşlerdi. Böylelikle çalışacağı yeri görmüş olacaktı. Mevsim kıştı, aylardan Ocak ayıydı, akaryakıt istasyonu tam anlamıyla tamamlanmamıştı. Şantiyede ofis olarak kullandıkları bölümde elektrik ocağının başında çay içerken konu açılmıştı. “Piyasa kötü, daha da kötüleşecek bu gidişle, gelin teklifimi kabul edin, güvenebileceğimiz birilerine ihtiyacımız var dedi” işveren.
O an için ağzından “Peki” kelimesi çıktı. “Madem bana bu kadar güveniyorsunuz iş konusunda, bu güveniniz benim işi kabul etmem için yeterli” dedi. “Burada yönetici olarak çalışacak kişiden beklentileriniz nelerdir, ayrıca bu iş kolunda hiçbir tecrübeye sahip değilim” diye sürdürdü konuşmasını. “Biz burada her şeyden önce güveneceğimiz birisinin olmasını istiyoruz. Akaryakıt işine ilk defa giriyoruz, biz de sizinle birlikte öğrenip uygulayacağız. Anlaşma yaptığımız firma Türk Petrol. Bize gereken tüm eğitimi verecekler. Söylenen şu ki; hırsızlığı, yolsuzluğu çok olan bir iş, hem çalışandan hem müşteriden kaynaklı olabilirmiş” diyerek sözünü tamamladı. Maaş ve şartlar çok cazip gelmişti, sorun yoktu. Şubat ayın başında inşaat bitecek, kullanılır halde istasyon teslim edilecek, hemen işe koyulacaklardı. Zaten kendi işinde bu kadar parayı bir araya getiremiyordu, bu şartlar onu mutlu etmişti. Bekir Bey’le birlikte kararlaştırılan ilk iş gününde buluşulmuş, kahveler içilmişti. Bekir Bey’in şoförü gelmiş, “Kapıda efendim” dedikten sonra, “Buyrun Mehmet Bey çıkalım” demişti. Mehmet Bey bir şey anlamamış, kapıya doğru yönelmişti. Sıfır bir araba kapıda duruyordu, anahtarı uzatarak, “Bu sizin” dedi Bekir Bey... İnanamamıştı, araba konuşulmamıştı, heyecanlanmış, bu nazik davranış onu çok etkilemişti. İstasyonda kurulacak tüm donanım Türkiye’de ilk defa kullanılacak son model pompalardı. Tankerler yola çıkmış, her şey pazar günü ilk satışa göre ayarlanmış, tam tamına iki gün kalmıştı açılışa.
Ancak bir malzeme vardı ki, bir tek o eksikti, yurt dışından bir iki ay gibi bir süre içerisinde gelecekti. Bu da istasyonun tüm satışını, tanklarda kalan akaryakıt miktarını gösteren otomatik ölçüm cihazıydı. Ölçüm cihazı gelene kadar günlük satışları elle tutulması uygun görülmüştü. Tanklarla gelen malın miktarı belli olduğu için, satışlarda deftere işleneceğinden ortada hiçbir sorun görünmüyordu.
Satış başlamıştı, açılış günü için satışların sonucu hayli mutlu ediciydi. İşi kavramış, hareketli bir iş olduğu için zaman nasıl geçiyor hissedilmiyordu. Mart ayı itibarıyla yine benzine zam geleceği haberi kendilerine ulaşmıştı bile. Her zamanki gibi ekonomi ayarında gitmiyordu. Tüm tanklar her zaman dolu bulunduruluyor, tankerlerde sürekli mal çekilerek dolu tutuluyordu.
Benzinin çalınma riski çok fazlaydı, bu korkunun yanında tehlikeli olduğu içinde çok tedirgindi. Para kazanma uğruna büyük risklere girişmiş, herhangi beklenmedik bir problem yaşayabileceğini düşünerek, kendini bir anda işin sorumluluğu karşısında zayıf hissetmişti. Her işte olduğu gibi bu işinde kendine göre riskleri vardı.
Arkadaşının dediği de olmuştu, Türkiye’de o dönemin Başbakanı Tansu Çiller, beklenen devalüasyon olmuş, dolar bir anda yukarı fırlamıştı. Akaryakıt fiyatları uçmuştu, her şeye rağmen tanklar ve tankerler sürekli dolu tutuluyordu. Batan batmış, çıkan çıkmış, piyasa buna da alışmış, tekrar bir hareketlilik başlamıştı.
Nisan ayıydı, beklenen ölçüm cihazları yurt dışından gelmiş, tüm tanklara ve pompalara bağlanmıştı. İlk denemeler yapılmış, nasıl kullanılacağı tüm çalışanlara tek tek gösterilmiş, iş herkes tarafından kavranmıştı. Ertesi sabah erkenden vardiya başlamış, her şey problemsiz işliyordu, tüm personel durumdan memnun, en çok da bu durumdan memnun olan kişi kendisi idi. Hangi pompadan satış ne kadar yapıldıysa anında ekranda görülüyor, elle tutulan günlük satış ve stokları bir düğmeye basarak sonucu alabiliyorlardı. En önemlisi bunca zaman tutulan tüm bilgilerin doğruluğu da bu alınan sonuçla doğrulanacaktı.
Akşam vardiyasıyla hesaplar kesilmiş, ölçme işleminin ilk raporu alınmıştı. Elle tutulanla karşılaştırdı, gözleri yuvasından fırlamış halde “Bu imkansız” dedi. Her iki tutulan hesap arasında 7000 Litrelik fark vardı. “Sanırım hesaplamada yanlışlık yapmış olmalıyım” diyerek bir kez daha gözden geçirdi. Tüm personele tuttukları hesapları yeniden gözden geçirmelerini bildirdi. Yanlışlığın nereden kaynaklandığını bulana kadar bu işi çözecekti. Bu durumu Bekir Bey’e iletmeliydi, bu aradaki farktan onun da bilgisi olmalıydı, belki bir çözüm bulabilirlerdi birlikte.
Bekir Bey ertesi sabah istasyona geldi, olan biteni tüm açıklığıyla anlattı. O da, “Hesapta yanlışlık olabilir, eğer hesabın doğruluğundan eminsen, o zaman çalınmış olabilir, başka bir açıklaması yok bunun” diyerek, en hassas noktaya bağlamıştı olayı.
Yapmadığı bir şey için kendisini suçlu hissetmiş, “Büyük yolsuzlukları işletme müdürleri yaparmış” lafı kulaklarında çınlar olmuştu. Kafası iyice bulanmıştı, nasıl çıkacaktı bu işin içinden, çözümleyemiyordu.
Bekir Bey “Elbet çözümlenir” diyerek oradan ayrıldıktan sonra, gecesi gündüzüne karışmış, belki yüz, belki bin kez hesapları gözden geçirmiş, bir türlü açığı yakalayamamıştı.
Kendinden emindi, herkesin kendisini hırsız olarak gördüğünü düşünüyor, o da herkese hırsız gözüyle bakıyordu. Herkes herkesten sakınır olmuştu. Tüm çalışan tedirgindi. Artık hesapların doğruluğundan emindi, bunca yakıt çalınmıştı. Pompada görevli ustalar bu işi nasıl yapacaktı, bunca litreyi nasıl çalacaktı, olsa olsa bu işi tanker sürücüleri yapabilirdi, en uygun onlardı.
Kendi kendine kuruyordu. Her zaman tankerleri gelen zamlardan dolayı dolu tuttuklarından, “Gece boyunca dolu tankerler başka istasyonlara satılıyor, tanker sürücüleri de malı boşalttım diyerek dolum yapmak için tekrar yola çıkıyor, böylelikle hırsızlık gerçekleştiriliyordur” deyip kendince çözüm arayışlarına gidiyordu.
Tanker sürücüsü olarak iki kişi çalışıyordu, genç olanı bu işte yeniydi, henüz işi yeni öğreniyordu. Tüm kuşkularını babası yaşında olan ihtiyara çevirmişti, bu işe yıllarını vermişti ne de olsa...
İstasyonda daha önce yaşanan yolsuzluklar anlatılır olmuş, işin ne kadar sahtekarlığı varsa dillerde dolaşır olmuştu.
Kafaya koymuştu, yolda olan tanker sürücülerini bekler olmuştu. Tankerler gelmiş boşaltma işlemleri gerçekleşmiş, genç olanı yanına çağırtmıştı.
“Söyle bakalım olanlar hakkında ne düşünüyorsun” diye suçlayıcı bir ifade takınarak soruyu yöneltmişti. Şaşkın bakışlar içinde,
“Gerçekten ne olduğunu bilmiyorum efendim” diyerek cevaplamıştı.
“İhtiyar yapmış olabilir mi sence?” diye sordu.
“Bilemem, günahını almak istemem, ancak daha önce çalıştığı yerlerde sicili kabarıkmış, onu duymuştum” dedi. Genç sürücünün bunu demesiyle kafasında netleşmişti her şey, zaten neden arıyordu, bu işi ihtiyarın yaptığı kesindi.
Akaryakıt istasyonunun alt katında personel soyunma odaları bulunuyordu, giysi dolapları, yıkanabilecekleri küçük alan ve yemek saatlerinde dinlenebilecekleri bir mekandı. İhtiyarı orada bekliyordu, gelsin diye haber salmıştı. İhtiyar karşısında belirdi.
“Buyrun efendim beni emretmişsiniz” diyerek huzuruna geçti. Ön yargılıydı, onun yaptığından emindi, gerekirse kaba kuvvet bile gösterebilirdi, kapıyı kapattırdı, karşısına oturtturdu.
“Bu konuşmalar aramızda kalacak anladın mı?” diyerek küçük bir gözdağı verdi.
“Tabi ki efendim, siz nasıl buyurursanız, her sözünüz emirdir benim için” diyerek dinlemeye geçti. İhtiyar çaresiz, elleri önünde, omuzları ve başı düşük mahcup bir ifadeyle amirinin ne diyeceğini az çok biliyordu.
“Durumu biliyorsun” diye söze başladı.
“Ne düşünüyorsun bu 7000 Litre açık hakkında, bizden eskisin bu işte, en iyi sen açıklarsın bu açığı” diye, imalı konuşmuştu.
“ Ben nerden bilirim efendim, her şey olabilir” diyerek ortada bir laf etmişti. Mehmet Bey’i kızdırmaya yetmişti bu laf. Mehmet Bey üstüne üstüne gidiyor,
“Peki şöyle olabilir mi; sabah tanklara boşalttım diyerek boşaltmadığın malı alıp gitmiş olmayasın”.
“ Hayır efendim ne haddime, ben böyle bir şey yapmam, yaptıysam şerefsizim, en adi insanım” demesine kalmamış, her iki yakasından kavramış soyunma dolaplarının arasında sıkıştırıvermişti ihtiyarı. Gözünün beyazı diye bir şey kalmamış, tüm kılcal damarları kızarmış, kan çanağına dönüşmüştü gözleri, yüzündeki o ifade olayın sonrasında bile biran olsun gözlerinin önünden gitmeyecekti.
“Sen yaptın değil mi? Söyle!” diye haykırmasıyla kendine gelmiş, yaptığından utanır olmuştu.
İhtiyar “ben yapmadım” diye hıçkırıklar içerisinde ağlıyordu. Adam babası yaşındaydı, düştüğü duruma kendisi bile inanamıyordu.
Bu olay sonrasında kendisine uzun bir süre gelemedi, günlerdir gitmediği evine gidip doğruca yatağına girdi. Onca günün yorgunluğu bir anda üzerine çökmüştü.
Ertesi sabah odasına girdiğinde ihtiyar onu bekliyordu. Hala gözlerinde suçlayıcı bir ifade hakimdi.
“Ne var, ne istiyorsun?” diyerek sertçe derdini dile getirmesini söyledi.
“Efendim, ben istifa etmek istiyorum” demesiyle, hemen yanıt hazırdı.
“Ne istifası, istifa edersen seni kesinlikle suçlu bulurum, bu olay çözüldüğü anda istifa edersin, ama şu an itibari ile buradasın, hemen işinin başına” diyerek odasından çıkmasını işaret etmişti eliyle ihtiyara.
Kendisi bile istifa etmek istiyordu, ama olamazdı, kendiside hırsız konumuna düşecekti, bu işi açıklığa kavuşturmadan hiç bir yere gidemezdi. Bekir Bey kendisini aramıyordu bile, işlerin takibini yapmıyor, kendisi de bu konuda meraklanıyor, sanırım o da beni suçlu buluyor diye kendi kendine kuruyordu. Dayanamayıp, istifa dilekçesini hazırladı, doğru genel merkezin yolunu tuttu, Bekir Bey’in önüne kağıdı uzattı.
“Bu ne böyle Mehmet Bey” dedi.
“Efendim istifa dilekçem, ben bu işi beceremedim” dedi.
“Lütfen Mehmet Bey, o dilekçeyi geri alın. Bu işi sizin yapmadığınızdan adım kadar eminim. Size karşı olan güvenimden hiçbir şey kaybetmedim. Bunu birlikte çözeceğiz, sizin orada olmanız gerekiyor.” diyerek dilekçesini kabul etmemişti.
Tekrar hesaplara bakmalıyım diyerek sayısını hatırlamadığı takibi bir kez daha yapmaya oturmuştu. Bir şey dikkatini çekmişti, ilk gün 7000 Litre olan açık, gün geçtikçe artar olmuştu. Her akşam litre gittikçe yükseliyordu. Geceleri istasyon çevresinde gezinir olmuş, hiçbir olumsuzlukla karşılaşmamıştı. Litreler gittikçe artarak, 8000’lere çıkmıştı. Bitmişti, tükenmişti, çıldırmak işten bile değildi, çözmesi gerekirken çözümsüzlüğe doru ilerliyordu.
Çok bunalmıştı, kafasını biran olsun dağıtmalıydı. İstasyonun çevre düzeni tam anlamıyla yapılmamış, odasının önündeki camekanın altında çiçek için yerler ayrılmış, henüz bir şey ekilmemişti. Çiçek alırsam burası biraz renklenir diye aklından geçirdi.
Zaten Nisan ayıydı, baharın tüm güzelliğine ulaşmak mümkündü. Yakınındaki ilk seraya gitmiş, mevsimine uygun birbirinden güzel rengarenk çiçekler almıştı kasa kasa...
Daha önce bahçe işinde çalışmış, şu an için pompada görevli ustaya, “Bu işi sen iyi becerirsin, hadi bakalım.” diyerek kasaları indirtmişti kamyonetten. Odasından ustayı izliyordu. Çiçekleri renklerine göre ayarlamış, küçük çukurlar açarak, yer hazırlıyordu. Bazı bitkilerin boyları uzundu, onlar için daha derinden toprağı kazması gerekiyordu. Hatta, “Efendim keşke hepsini aynı boyda alsaydınız işim daha kolay olurdu” diyerek, kazma işine devam ediyordu. Birden usta küreği bırakıp, toprağı eliyle kazmaya başladı, eline bir avuç toprak aldı. Burnuna götürdü, kokladı! Bir anda neye uğradığını şaşırdı, Mehmet Bey’in odasına doğru koşar adımlarla gitti.
“Efendim bu toprak benzin kokuyor, burada bitkiler ölür, kazdıkça da koku çoğalıyor” demesi ile bir anda oturduğu yerden kalktı, “Kaçak var” diyerek doğru dışarı fırladı.
“Kaz usta, daha derin kaz,” diyerek heyecanla bekliyordu. Evet kazdıkça derinlere doğru benzin kokusu çoğalıyor, ıslaklık artıyordu. Tüm personel bir araya gelip o bölgeyi kazmaya başlamış, kazdıkça alanda kokular çoğalmıştı. Bu alana en yakın olan pompaya doğru ilerledikçe toprakta biriken yakıt çoğalıyordu. Tüm alan kazılmıştı, her şey açıklığa kavuşmuştu, pompanın alt bağlantısı iyi yapılmamış, o pompadan her satış yapıldığında bir miktarda toprağa sızmıştı. Artık olay çözülmüştü.
İstasyonda bayram havası esiyordu. Hiç bu kadar sevindiğini, hiç bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Günlerce yaşadığı sıkıntıyı bir anda üzerinden atmışken, tankerden inen ihtiyar gözüne takıldı. Birden sevinci utanca dönüşmüştü. İhtiyar, kazının bulunduğu alana merak içinde gitmiş, olayın çözümlendiğini anlamıştı. Ağır bir suçlamanın altında ezilmişti günlerce, olgun adamdı ihtiyar. “Elbet çözülür” demişti kendi kendine. Kırgın değildi, kim olsa aynı kuşkuyu yaşardı.
İhtiyar başını kaldırdı, Mehmet Bey’le göz göze geldi. Sıcak bir tebessüm kaplamıştı her ikisinin de yüzünü, aralarında yaşanan o olay gözlerinden düşen birkaç damla göz yaşı ile mutluluğa dönüşmüştü karşılıklı.
YENER BALTA
11 EYLÜL 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder