19 Ocak 2010 Salı

TARÇIN

TARÇIN

Tarçın'ı ilk olarak kendisi kadar şirin mi şirin beş kardeşinin arasından en hareketlisi, en sevimlisi, en oyuncusu olarak gözüme kestirmiştim. Arkadaşım, küçük bir minderin üzerinde tüm yavruları toplamış, odanın ortasına yere bıraktığında henüz yürüyemedikleri halde düşe kalka sağa sola saçalanmışlardı. Arkadaşım, istersem yavrulardan birini alabileceğimi söylemişti. Tarçın o an adını almasa da, işte şu kahve kulakları olan, onu almak isterim demiştim. Arkadaşım onu başka bir arkadaşına ayırdığını belirtti. Başka bir yavruyu seçmemi önermişti. Ona içim ısınmıştı, ondan başkasını istemeyeceğimi söyledim. Üzgünüm sözü ile olamayacağını bildirmişti.

Yeni bir iş için İstanbul'dan Gaziantep'e göçmüştük. O günlerde iş yerinde hiç huzur yoktu. Grafik piyasasında isim yapmış bir ajansın işvereni ile İstanbul'da anlaşmış, bir kaç ay tanıdığımın yanında kalacak, daha sonra evimizin tüm eşyalarını kiralayacağım eve getirecektik. Getirdik de. İşte ne olduysa o zaman oldu, iş yerindeki küçük olaylar büyümüş, her zaman yaşanan iş hayatı bir kez daha kendini farklı boyutlarda göstermişti. İşveren bana İstanbul'da vaat ettiği ücretin yarısına çalışabileceğimi söyledi. Bunu ev eşyalarımı taşıdığımda bana söylemişti. Kapasitemin anlaştığımız maaşa uygun olmadığını neden bildirerek. Bu arada üç ay boyunca parça parça aldığım para bir aylığı anca bulmuştu. Kendisiyle böyle anlaşmadığımızı, yaşanan diğer olaylarla birlikte kendisi ile çalışamayacağımı bildirerek ayrılmıştım.

Arkadaşım, iş yerinden olduğu için bu olayı benim kadar hissetmiş ve üzülmüştü. Ertesi akşam evde, "ne olacak bu halim" deyip kendimi yiyip bitirirken, beklemediğim bir zamanda kapı çaldı. Arkadaşım kucağında mini minnacık köpek yavrusunu bana uzatmış; "bunun adını Tarçın koyduk, bu senin" diyerek, üzüntüme sevinç, mutluluk katmıştı. Bembeyaz tüylerinin arasında kömür karası gözleri, kocaman ıslak burnu, iki tarçın sarısı kulakları, şirin yüzünün iki kenarından ifadesine göre şekil alırdı. Tarçın benim köpeğimin adı olmuştu.

Eve bebek mi gelmişti, köpek mi gelmişti belli değildi. Bir an olsun kucağımızdan inmek istemiyordu. Bir bebeğin tüm hallerini bir köpekle yaşamıştık. Kendi yatağında yatmasına alışması çok zor olmuştu, hatta alışmamış bizim yatağın ayakucunu kendine yer edinmişti. Yatak odası ile onun bulunduğu yerde olabildiğince uzak olduğu halde geceleri sizinle yatmak istiyorum ağıtları ağır basıyor yatağımıza huzur içinde gömülüyordu. Neyse ki tuvalet eğitimi beklediğimizden kolay oldu. Önceleri evin küçük tuvaletine, sokağa çıkma zamanı geldiğinde dışarıda ihtiyaçlarını gidermeye hemen alışıverdi. Tıpkı bir çocuk gibi tüm süt dişlerini değiştirmiş, yerine yenileri gelmişti. Getir, götür, git, gel, aferin, hayır, evet, otur, sus, hadi, yemek, arkadaş, anne, baba, dede, top, oyuncak, koş, dur, bekle, çorap gibi daha birçok kelimelerin yanında, ayırt ettiğinden mi nedir, cümleleri mi tanıyordu, onun içinde geçen kelimeleri mi seçiyordu bilemiyorum. Hadi gidiyoruz, dediğimde benden önce kapıya gelip, evin içerisinde coşup koşuyor, zıplıyor, oradan oraya atlayıp duruyordu. "Hayır Tarçın sen gelmiyorsun" dediğimizde, bir iki ısrar sonrasında vicdan yapmadığımız sürece kalıyor, yaparsak yenik düşmüş olup bizimle geliyordu.

Tarçın koyu bir Antepliydi. Bebekliği Gaziantep'te geçtiğinden ağzının tadını iyi biliyordu. Tavşanlar gibi havuç yemeyi seven Tarçın, Antep lahmacununu, patlıcan kebabını, burma kadayıfını ve baklavasını kokusundan tanırdı. Ankara'ya yerleştiğimizde Antep'ten gelen yiyeceği ayırt eder bulundukları yerden ayrılmayıp sabırla vermemizi beklerdi. Ankara’dan alınmış bu yiyeceklerin yanından bile geçmezdi.

Tarçın şu an için 11 yaşında, insan yaşına göre 75 yaşında. Hala bir şeyler öğrenebiliyor olması ne güzel. Bir tek dili yok, o da olsa konuşacak. Olmasa da konuşuyor ki zaten, hareketleri ile, kuyruğu ile, bakışları ile her şeyi diyebiliyor. Sezgileri çok kuvvetli mesela. Ağlamaya gör yanında, hemen kucağına çıkıp, gözyaşlarını yalıyor insanın. Ağlamayı bir kenara bırakıp, ne yapıyor bu köpek diye düşünmeye başlıyorsunuz. Eğer kendini kapıp koy vermiş ağlamaya devam ediyorsan, yapabileceğim bir şey yok deyip, evin en uzak kısmına kaçıp sığınıyor üzülenle üzülmemek için. Sevgiyi de, sevmeyi sevilmeyi de, kıskanmayı da pekala biliyor insanlar gibi.

Evin içerisinde nerede olursa olsun, bir ambalaj sesinin hışırtısını duysun; " Ne yiyoruz, o ne, ben de yiyecek miyim?" dercesine merakla bekliyor hala... Eğer ki keyfi yoksa hava hele ki yağışlı ve rüzgârlıysa, bin bir nazla çıkıyor sokağa. Hiç kaçırmadığı tekliftir oysaki... Bazen kucağımda, "lütfen ihtiyacını gör, evin içerisinde sürpriz bir şeyle karşılaşmayı istemiyorum" gibi cümleler sarf edebiliyor insan, karşısındaki her ne kadar köpek de olsa.

Tarçın, Terrier cinsi iki numara boyutunda. Tüyleri çok çabuk uzuyor, evde tıraş etmek çok zor, o da biz de sıkılıyoruz. Önceleri veterinere götürüp tıraş ettiriyorduk. Yaklaşık üç hafta evden dışarı çıkmak istemiyor, evin içerisinde de karacı askerler gibi alçak sürünerek, koltuk, yatak ne bulursa altına sığınıp gizleniyor, kendini çıplak ve çirkin hissediyor olsa gerek. Ne zaman ki tüyleri uzamaya başlıyor o zaman huzura kavuşuyor.

Bir kış günü Tarçın her zaman olduğu gibi kendi başına gezmek için evden çıkmış, ama bu sefer dönmesi gereken süreyi fazlasıyla aşmıştı. Süre akşamı bulmuş, adım adım, bütün sokağı, mahalleyi evlerin bahçelerini arar olmuştuk. Bulunduğumuz yerden çok uzaklaştığında kendisini çağırmak için nefeslediğimiz ıslığı bile duyduğunu sanmıyorduk. Tarçın yoktu, çalınmış olabilirdi, bir arabanın altında kalabilirdi, ölmüş olabilme ihtimalini düşünerek çöp bidonları, çalılıklar boş alanlara bakar olmuştuk. Sanki evin çocuğu kaybolmuştu. Bizde bıraktığı etkisi çok büyüktü. Aradan iki gece üç gün geçmiş, bize uzun zaman gibi gelmişti. Kapıyı açıp bakmak alışkanlık olmuş, yetmiyor pencereden kapının önüne bakıp hiç umudumuzu yitirmeden bekler olmuştuk. Gözlerime inanamamıştım. Tarçın kapkara olmuş, halsiz kapının önünde uzanmış, bizim onu bulmamızı bekler gibi tüm gücü tükenmiş halde eve dönmenin huzur ile orada yatıyordu. Çığlık çığlığa kapıya koşup onu kucaklamıştım. Ayaklarının üzerinde duramıyordu. Bitkindi, tek tek bütün vücudunu kontrol ettik, kırık çıkık, yara bere var mı, tepki verecek mi diye. Neyse ki bir hasar yoktu. Sadece evimdeyim, huzura kavuştum, biraz dinlenirsem tekrar eski Tarçınınız olacağım dercesine uyumak istiyordu. Keşke neler oldu anlatabilseydi. İyiydi ya, bizimleydi ya, evine dönmüştü ya, daha ne isteyebilirdik. O günden sonra yanına bizi almadan kapıdan dışarı adım bile atmadı. Kendini bizimle güvende hissediyordu. Biz de kendimizi...

Hatta bir gün misafirlere Tarçınlı Kek yapmaya karar vermiştim. Yumurtayı, şekeri birbirine katmış, cevizi önceden kıymış, unu katmadan vanilya ve tarçını da katayım dedim. Tarçını bir türlü bulamadım. Mutfaktan anneme seslendim.
"Anne Tarçın nerede?"
Annemin sesinden önce küçük sevimli yün yumağım ayağımın hemen dibinde gözlerini bana dikerek, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. İşte Tarçın buradaydı, gelmişti, kendisini aradığımı sanmıştı. Ne kadar akıllı şu köpekler, nerede olursa olsun evin içinde kendisine seslendiğimde zıpkın gibi fırlar gelir yanıma.

En çok korktuğu şey ses, nedendir bilmem, sokakta gezerken haylaz çocukların Tarçın'ı korkutmak için elindeki koca topu tam Tarçın'ın dibinde yerde patlatması belki de sesten korkmasının kaynağı oldu. Son zamanlarda pek moda olan havai fişek gösterilerinde evde ya da dışarıda olsun tir tir titriyor, kucağımıza sığınıyor hayvan. Kendinden kat kat büyük köpeklere kafa tutarken ki haliyle kıyasladığımızda komik oluyor zira.

En sevmediği şeylerden biri de bavul. Evdeki bütün hareketlenmelerden kaygılanıyor. Bavullar hazırlanıp da bir kenara bırakıldığında, sanki kendi evde yalnız bırakılacakmış gibi, soran gözlerle açıklama bekler oluyor. Bir insana açıklar gibi açıkladığımızda anlayıp sabırla bizim tüm hareketlerimiz kontrol altına alınıyor. Uzun yolculuklara çıkmayı en az bizim kadar seviyor, bitmez tükenmez araba yolculuğu arka koltuğun tümü kendine ait olsa da sıcak ya da soğuk havada koltuğa sinmesine neden oluyor. Her molada daha gelmedik mi dercesine sıkıntısını anlayabiliyor insan.

Bir gün arkadaşım bizde yatıya kalmıştı. Kimseler uyanmadan Tarçın'la sabah yürüyüşünü tamamlamış sessizce eve girmiştik. O anda arkadaşım kalkmış banyo kapısının önünde idi. Tarçın'a, "banyoya" demem yetmişti. Patilerini yıkayacaktık. Banyoya girmiş, duşun olduğu kısma girip beni beklemişti. Arkadaşım hayretler içerisinde inanmıyorum diyerek şaşkınlığını belli etmişti. Nasıl olacak şimdi deyip bizi izlerken, önce musluğu açıyor, sonra duşun altında patilerini yıkıyor dememle arkadaşım bir an durup şaka yaptığımın ayırdına varmıştı. Hiç köpekle aynı ortamda bulunmayan için köpeklerin çoğu hareketi şaşırtıcı olabiliyordu.

Gündüzleri evde tek başına kalıyordu. Bir keresinde hafta sonu gezisine katılmak için ablama bırakmıştım. Ablamın da iki küçük çocuğu olduğundan pek eğlenmişe benziyordu. Geziden dönüp Tarçın'ı almaya gittiğimde, "hadi Tarçın gidiyoruz" dediğimde fırlayan Tarçın, yeğenlerimin kucağından inmiyor, ısrarlarım üzerine burada kalmak istiyorum dercesine arkalarına gizleniyordu. Ablam bu durum karşısında hayvanları sevmemesine karşın, Tarçın'a uzaktan bir sempatisi vardı. Bu hareketi ve böyle bir şeyi gözlerinin önünde bir köpeğin ifade etmesi ablamın göz yaşlarının akmasına neden olmuştu.
Annemle babam sakın bize getirme, bir de köpekle uğraşamayız iğreniriz deseler de, neredeyse torunları yerine koymuşlardı. Hatta Tarçın'ın yiyebileceği yiyecekleri saklıyor, gittiğimizde kendi elleri ile yediriyorlardı. En çok da annem “sırf bu Tarçın'ı balkondaki kuşları kovalaması için bizde kalmasını istiyorum” demişti. Zira annem, "Tarçın koş balkon kuş " deyince, annemin ön ve arka balkonuna yerleşmek isteyen bütün güvercinleri kaçırıyordu.

Tarçın öncesinde köpeklerden korkan biri olarak, şimdi iyi bir dost diyerek ne kadar sevdiğimi anlatamam.

YENER BALTA,
18 OCAK 2010

Hiç yorum yok: