ŞEKER BAYRAMI
Ne mutlu ki bana bir gün olsun kendimi inancım uğruna aç bırakmadım.
Bu konuda anneme ve babama bir kez daha teşekkür ederim.
İyi ki aydın bir babanın kızıyım. Ne mutlu kendimi şanslı sayıyorum.
Koca bir ayı geride bıraktık. Hani diğer ayların sultanı olan, ramazan ayını.
Kutsal olan, mübarek olan, özel çok özel olan...
Her ne kadar çağa uymasa da bu ay, her ne kadar zorlansa da tutanlarımız oruçlarını, inançları uğruna, Allah adına zor olanı kolay kılarak bitiriverdiler.
İster istemez tutan da tutmayanda bayramı birlikte kutladı. Özel yöre yemekleri yendi, şekerler, tatlılar ikram edildi evlere gelen misafirlere. Büyükler ziyaret edildi, küçüklere sembolik bayram harçlıkları verildi.
Uzun zamandır alan değil veren oldum bayram harçlıklarını. Yaşım ilerledikçe kazandığım paradan bayram harçlığı olarak, gözümün önünde büyüdüklerini izlediğim dünya tatlısı yeğenlerime harçlıklarını vermeliyim diye düşündüm.
Kimimiz bu üç günlük bayram tatilini başına sonuna denk gelen hafta sonunu da birleştirerek fazladan tatil günleri olarak değerlendirip, orucumu da tutarım, denizime de giderim mantığı ile gidiverdik sahillere...
İş çıkışlarından bir saat sonrasına denk gelen iftar saatlerinde yaşanılan trafik karmaşası dayanılır gibi değil. Sanki anlaşmış gibi daha fazla kazaların olduğu şehir içi trafiklerde yolda olmak çekilmez hal alıyor. İftar sofrasına yetişmek için trafikte hiçe sayılan kurallar, kırmızı ışıkta geçmeler, ters şeride bile, bir sonraki kavşağa kadar geçebilen sürücüler, inanılır gibi değil!
Hele hele kolay paranın kazanılmak istenildiği şu zamanda "geleneği yaşatmak" adına gecenin o sesiz, derin karanlığında davula vurulan ritimsiz tokmak sesleri... Eline, "mahallenizin davulcusu biziz" belgeli kâğıtlarla gelen insanların bahşiş toplama telaşı. "Beni uyandırdığınız için size, üstüne bir de para mı vereceğim?" diye çevirmeyi çok istediğim davulcular, ramazan davulcuları...
Adı her ne kadar Ramazan Bayramı olsa da kaynağı nedir, nasıl çıkmıştır bilmediğim Şeker Bayramı diye yinelenmiş ismine birkaç yerde çoğu kez itiraz edenlere bile rastladım.
Kapı kapı dolaşıp ne amaçla yaptıklarını bilmeyen mahallenin çocukları kollarına taktıkları naylon poşetlere, ağızlarına yapışmış; "Ramazan bayramınız mübarek olsun," lafıyla kapıları çalan çocuklara; "Sizin de kutlu olsun," deyip kapımdan savmak en güzeli. Zira bizim toplumumuzda kapı kapı dolaşan çocukları henüz ağırlayacak bilinçte insanlarımızın olduğunu sanmıyorum. Kapı kapı şeker toplayan çocuklardan birkaçı kaybolmuş, bir daha da haber alınamayan çocukların ana babalarının yüreği parçalanmıştı.
Bu ramazan ayında belediyeler tüm halkın davet edildiği, açık alanlarda 50-70 bin kişilik iftar sofraları kurdular. Ankara İstanbul arasında bir yarış söz konusuydu. Özel afişler bastırılmış, "çocuğunuzu da getirin" diye özellikle belirtilmişti. Bu davetten haberim olduğunda bütün Ankara anlaşmış gibi gitse ne güzel olur dedim. Onca insanı nereye sığdırırlar, ne yedirirler diye haince bir düşünce aklıma gelmişti. Belli bir kesimin geleceği zaten baştan belli bir iftar sofrası...
Araba ile girmediğimiz Atatürk Kültür Merkezi'ne yaya olarak bile girmek neredeyse imkansızdı. İnsan seli diye buna denirdi. Kimse kimsenin yürümesi için kolaylık sağlamıyor, herkes önceden gidip yer ve yemek kapma derdine düşmüştü.
Atatürk Kültür Merkezi'nin arka yolunu bir baştan diğer başına kadar yürümüştük. Her iki başta bulunan kapıdan akın akın insanlar hala girmekteydi içeri. Masaları görünce aklım almadı, nasıl bir kalabalıktı bu böyle! Tek tek insanlara bakmak, tek tek insan profillerini izlemek, her birinin yüzündeki ifadede neler gizli anlamak isterdim. Açlıklar, acılar, çileler, yoksulluklar, çaresizlik insanların üzerlerine sinmişti. Bunca insan ne zaman, nereden nasıl gelmişti, hayret ettim.
Üzeri kocaman "evet' yazılı yemek kutuları her kişinin önünde yenmeyi bekliyordu. Plastik masa ve sandalyelerde boş olan tek yer protokol kısmı idi. Başbakanın da katılacağı bu akşam yemeğinde bir bakıma bir öğün karnını doyurmak için de gelenler mutlaka vardı. Çoğunluğu belediyenin özel olarak düzenlenen seferleri ile mahallelerinden alınıp, yemek bitimi evlerine yine bu servislerle bırakılmak üzere anlaşmalı bir davetti.
Kutuların içerisinde kavurma, pirinç pilavı, kahvaltılık üç beş bir şeyler, söğüş bir iki sebze, baklava, ekmek ve sudan oluşan yiyecekler vardı. Her zamanki gibi, "bedava sirke baldan tatlıdır" mantığı ile dağıtılan yemek ve suların çevresinde izdiham yaşanıyordu. Biraz ileride sesler yükselmiş; uzun etekli, tülbentli kadınlar yerde küçük boy su kolisini hoyratça kendilerine çekerken, patlayan naylon ambalajla çevreye yayılan plastik kaplı sular herkes tarafından çoktan kapışılmıştı.
Dev hoparlörlerden yayılan tasavvuf müziği birden yerini ezana bırakmış, havaya bir sessizlik çökmüştü. Edilen dua sonucu yemekler yenmiş, başbakanın ne dediği pek seçilmeyen konuşması kalabalığın arasına kaybolmuştu. Yemek sonrasındaki karmaşa ve çevreye yayılan boş ambalajlar görüntü kirliliği yaratmıştı. Kimisi mavi çöp poşetlerine arta kalan yemekleri, kimisi ekmekleri toplamış, kimisi de dağıtılan tişörtüyle, şapkasıyla, elinde tuttuğu döviziyle kendilerini almaya gelecek olan otobüslere doğru yönelmişlerdi.
İtişmeler... Bağrışmalar... Karmaşa... Bir kısım gencin futbol takımı için attığı sloganlar, diğer yanda altüst olmuş trafiği kesen yayalar... İşte; aslında yaşadığımız toplumun insan profili bu dedim içinden. Üzüldüm hem de çok...
Gazete manşetlerinde, köşe yazılarında sık sık rastladığımız bir torba kömüre, bir torba yiyeceğe bilinçsizce yönlendirildikleri, verdikleri kararların kendilerine daha çok açlık ve daha çok sefalet getireceğini bilmeden yaşıyorlardı.
Yener Balta, 6 Eylül 2010
xxx
Sevgili Yener,
Önce sevgiler...
Güzel yazılar bunlar,
Sende bu yetenek doğuştan var.
Umarım bırakmazsın bu işin peşini.
Böyle dile getirirsin, yaşadıklarını , gördüklerini...
Başarılar sana...
Bu yazma işini sekteye uratma...
Hayri Balta, 7.9.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder