31 Mayıs 2011 Salı

TARÇIN

TARÇIN

Apartman kapısını açtığımda dışarı fırlayan Tarçın, bina girişindeki demir parmaklıkların hemen dibine her zaman ki gibi arka ayaklarının birini kaldırıp işaretledi. Akşam gezilerini binanın sol tarafında kalan küçük parka, sabah gezilerini de sağında kalan büyük parkta yapardık. Arkasından çıkmış, çöp bidonuna attığım çöpü bırakırken tam karşımda duran midibüsü, içerisinde oturan üç genci fark etmiştim. Sokak lambasının aydınlattığı arabanın içerisindeki gençler 16-17 yaş civarında olsa gerektiler. Bizim çıkmamızla onlar da hareketlenmiş, yandaki binanın otoparkına doğru yönlerini çevirip, kaldırımda yürürken sürücü koltuğunda oturan genç ile göz göze gelmiştim. Gözlerinde, korku, endişe, telaş vardı. Bana çok dikkatli bakmışlardı. Altı dairelik apartmanda kış mevsimi boyunca bir tek ben yaşıyordum. Hırsızlık aklıma gelmişti ilkin, gayri ihtiyari baktığım aracın plakası nasıl olduysa, ezberimin kuvvetli olmamasına karşın aklımda kalmıştı. "Bir sorun mu var?" diyecekken vazgeçmiştim.
Tarçın, her zamanki gibi beni beklemeden fırlamış gitmiş olacaktı, ortalıkta görünmüyordu. Geriye dönüp baktığımda araba köşe başından sokağa dönerek kaybolmuştu.
Sokağın diğer başındaki küçük parka geldiğimde Tarçın'ı görememiş, çalılıklara, bekçi kulübesine, ağaçların arkasına baktımsa da yoktu. Fark edilmemesi imkansızdı, bem beyaz tüyleri o karanlıkta, kış karalığında fark edilirdi hemen.
Küçük parkın hemen bitiminde, diğer sokağın köşe başında bulunan Tarçın'ın bir türlü vazgeçemediği dişi köpeğin bahçesine görevimizmiş gibi her sokağa çıkışımızda gidip, kokusunu takip eder, kenar köşeyi işaretler, Köpük'ün onun gelmesi ile o içerden, Tarçın dışarıdan sesli sesiz birbirleriyle haberleşirlerdi. Tarçın o evin bahçesinde de yoktu, tekrar parka doğru yönelmiştim. Tarçın ortalıkta görünmüyordu. Büyük bir ihtimal, arasıra yaptığı gibi, büyük parka doğru gitmiş olacağını düşünerek, kendi sokağımızdan geri döndüm.
Sağlı sollu apartmanların bakımsız, bir avuç denecek küçüklükte toprak olarak bıraktıkları alanları kontrol ediyor, bel hizasındaki demir parmaklıklara astıkları ekmeklerin beyaz poşetleri akşamın karanlığında parlıyordu. Ne çok ekmek bırakıyorlardı dışarı insanlar. Ayaza kaçan kış sabahlarının bazı günlerinde Tarçın'la sokağa çıktığımızda bu poşetleri asılan parmaklıklardan toplar, parkın müdavimleri olan serçelere, saksağanlara, güvercinlere, küçük parçalar halinde koparır atardım. Tarçın çalı ve ağaç diplerinde kendine yeni kokular ararken, kuşlara ekmekleri atmak beni dinlendirirdi. Sabah sessizliğinde, kuşların çıkarttıkları sesler, birbirlerinin lokmalarını almak için çırpındıklarında ya da onları ürküten bir ses ile hepsinin bir anda havalanmasıyla kanatlarından çıkan ses beni büyülerdi. Ekmek parçalarının bazen tazeliği, bazen hiç dokunulmadan bir bütün halinde bayatlayan, küflenen, hiç bir şekilde değerlendirilmeyen ekmekleri bırakan kişileri merak ederim.
Sokağın diğer başına doğru bir hareketlilik sezmiş, Tarçın'ın havlaması kulağıma gelmişti. İki apartmanın boşluğunda ses iyiden iyiye yankılanıyordu. Tarçın havlıyor, komşum Adem usta; "Tarçın sus, Tarçın" diyerek bir çocuk eylermiş gibi eyliyordu.
Beni görünce Tarçın kuyruğunu sallayıp, bana doğru koştu, Adem usta; "ya... Tarçın'ı kaçıracaklardı az daha. Bir ses oldu, pencereden baktım, fırladım dışarı. Arabadan inen çocuk Tarçın'ın üzerine doğru yeltenip tutmaya çalıştı. Tarçın kaçtı, havladı, üzerine üzerine gitti. Tarçın’ı almak isteyenler beni görünce vazgeçip kaçtı. Araba da iki kişi vardı, bir anda kayboldular ortalıktan" dedi.
Anlamıştım, kuşkulanmakta haklıydım. Demek hırsızlığın başka türlüsüydü başımıza gelen. Aklımda kalan, doğruluğundan şüphe duyduğum plakayı eve girer girmez kağıda yazmıştım. Vazgeçmeyebilirlerdi, tekrar bizi rahatsız edebilirlerdi. Daha önceden bizi takip etmiş, izlemiş, bizi bir şekilde biliyorlardı ki, bu kadar emin bu işe soyunmuşlardı.
Bir köpeği niye kaçırırlardı ki, anlayamamıştım. Belki bağsız gezişi, belki eğitimli oluşu, dur, bekle, geç, hayır gibi komutları parkta duymuş olup, hayran kalmış, kendilerinin olmasını istemiş olabilirlerdi. Kim bilebilirdi ki neden böyle bir şey yaptıklarını!..
Bağlı bulunduğum karakolu aramıştım ertesi gün, yaşadıklarımı anlatmıştım. Telefondaki bu tür olayları kanıksamış ses; "isterseniz geliriz, şahit gösterebilir misiniz, tutanak tutar kayda geçeriz. Bu da sizin bir işinize yaramaz. Köpeğinizi bağlayarak gezmenizi öneririm, bu en güvenlisi olur" diyerek, olayın basitliği karşısında bir şey yapılmamasının daha doğru olduğunu savunarak telefonu kapamıştık.
Plakayı trafikle ilgisi olan bir arkadaşımı arayıp, olayı anlatıp bildirmiştim. Plaka doğruymuş. Aracın kime ait olduğunu, bizim mahallede oturduğunu öğrenmiştim bile. O akşam Adem usta'ya aracın kime ait olduğunu öğrendiğimi söyledim. "Kimmiş, bu mahalledense tanırım" dedi. Zira kendisi o mahallede doğmuş, ilk göçmenlerdendi. Adını söylediğimde, bir an duraksadı, hatırladı. "Çankırılı Mikail, tamam tanırım!.. ileride oturur" dedi. Sustu, biran durdu, "iyi biri değil o" dedi.
Tanıyordu, iyi birinin çocukları da zaten böyle bir olaya kalkışmazdı. Bulaşmamalıydı, beklemekte yarar vardı. Köpek için bunu yapan bana, evime zarar verebilir diyerek bir süreliğine daha dikkatli olmalıyım diye düşünmüştüm. Adem ustaya, "madem öyle, siz de bakar olursunuz eve gündüzleri, belli mi olur gelirler tekrar, iyi biri değil dediğinize göre, olayı baba ile de paylaşmanın anlamı yok, bekleyelim" demiştim.
Bazıları için bir köpek olan, benim için dünya tatlısı bir Tarçın'dı. Bir iki arkadaşıma bu olayı anlattığımda, daha ne kurtulmuş olurdun işte, gezdirmesi, veterineri, yemeği, bakımı derken hazır yaşı da bir hayli geçti, yaşlılığı zor olur, kaybettiğinde çok üzülürsün deseler de, Tarçın benim için iyi bir dostu, kıyabilir miydim ona...
Yener Balta, 24 Mart 2011

Hiç yorum yok: