36 YILLIK ARKADAŞLIĞIMIZ
Bilirsiniz!.. En güzel arkadaşlıklar lisede başlar. O
zamanda saftır arkadaşlık, olduğu gibi, olduğun gibidir. Art niyet yoktur,
birinin sorunu diğerinindir. Varsa kabullenilmeyen bir şey olduğu gibi tüm
yalınlığıyla söylenir. Küsülmez, kırılmaz, darılmaz insan...
İşte böyledir kurulan arkadaşlıklar... Öyle sağlam temellere
oturur ki, öyle dost kalınır ki tam tamına 36 yıllık dostluğa, arkadaşlığa,
sırdaşlığa, dert ortağına hatta kardeşten de öte ikiliğe dönüşür.
Hatırlarım, lisenin birinci sınıfında aynı sırada birlikte
oturacağımıza dair aramızda sözleşme imzalamıştık. Meğer o imzayı bir ömür sürsün
diye atmışız.
Gençtik, aynı takımda, aynı topun peşinden az koşmadık. Onun
adı anıldığında, ben, benim adım anıldığında hep o anımsanırdı. Teneffüs zili
çaldığında, uzun öğle aralarında, elimize topu alır, yaz kış demeden çıkardık
okulun arka bahçesine... Kimi zaman basketbol, kimi zaman voleybol olurdu bu
paylaştığımız güzel anlar...
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramlarında ilk biz seçilirdik.
Uzundu boylarımız, sporcuyduk, okulun bilinen öğrencilerindendik.
Atelye derslerinde plançete arkasına gizlenip az ders
kaynatmadık. Temel Sanat Eğitimi derslerinde obje toplayacağız diye bahçede
otmuş, tohummuş, dalmış, yaprakmış arar dururduk.
Şimdi farklı mı oldu sanki, deniz kenarında, eski bir
mezarlıkta, arka bahçede o eski duyguları yaşadık. Onca geçen yılın ardından
bir haftanın tadını o gençlik yıllarımızdaki gibi çıkardık.
Bodrum katında bir çıplak ampul, üzeri olmayan eski masaya
koyduğumuz cam parçası ile karanlık oda yapıp, pozladığımız futbol takımlarının
armalarını tişörtlere basıp, sattığımız para ile gittiğimiz yaz tatillerinin
bir benzeriydi birlikte geçirdiğimiz bu sayılı günler...
O zamanlar evlerde telefon yoktu. Okul bittiğinde ya
mektupla haberleşirdik, ya da son buluşmada bir sonrası için tarih, yer ve
zaman belirler öyle buluşurduk. Gelmemezlik yapmazdık. Sonra evlere telefonlar
geldi rahatladık. Lise bitmişti, üniversiteye girmek o kadar kolay değildi.
Bizim için dezavantaj meslek lisesi mezunu olmamızdı. Birçok teorik dersleri
görmemiştik... Bir kez denediğimiz sınavdan sonra o zamanlar üniversiteden de
önemli devlet memurluğuna girmekti. Neresi
memur alacaksa oranın sınavına koşar dururduk. Stadyumda bile sınava girmiştik.
Bütün stadyum sınava girecek memur adayı ile doluydu. Sınav kağıtları bir
baştan dağıtılırken diğer baş sınavı bitirip çıkmıştı. Sürüp gitti sınav
koşuşturmamız.
Şanslıydık, okulun en iyileriydik. Milli Eğitim Bakanlığının
açmış olduğu sınavı kazandık. Memurluk hayatı başlamıştı. Açık öğretimin ilk
öğrencilerindendik
Araya okullar, evlilikler, ayrı şehirlerde yaşamak da girse
hiç kopmadık. Yıllar sonra yine aynı şehirde yine yakın semtlerde tesadüf
oturuyorduk.
Zaman, büyük olmak, omuzlara daha da büyük sorumluluklar
yüklemişti. Yaş almış ebeveynler, hayat koşuşturması, geçim derdi derken
kapılmıştık yaşamın çarkına...
Zaman acımasızdı, ebeveynler bir bir gitmişti. Hayat
yalnızlıkla karşı karşıya bırakmış, kendimizden bir canlı dünyaya getirmemiştik
her ikimizde...
Emekli olunmuş, hayatın başka bir evresi başlamıştı. Günün
neredeyse tamamını alan iş saatleri biz emeklilere kalmıştı. İşe yetişme
kaygısının olmayan sakinliğinde zamanı istediğimiz gibi değerlendirmiştik.
Deniz kenarında okunan kitaplarımız, çitlenen çekirdeğin mutluluğu, kumsalda
aranan deniz kabukları, kahvede içilen keyif çayı, puslu denizin maviliğinde
kurulan hayaller...
Ne iyi etmiştik de bir araya gelmiştik.
14 HAZİRAN 2016
YENER BALTA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder