17 Haziran 2016 Cuma

36 YILLIK ARKADAŞLIĞIMIZ

36 YILLIK ARKADAŞLIĞIMIZ

Bilirsiniz!.. En güzel arkadaşlıklar lisede başlar. O zamanda saftır arkadaşlık, olduğu gibi, olduğun gibidir. Art niyet yoktur, birinin sorunu diğerinindir. Varsa kabullenilmeyen bir şey olduğu gibi tüm yalınlığıyla söylenir. Küsülmez, kırılmaz, darılmaz insan...

İşte böyledir kurulan arkadaşlıklar... Öyle sağlam temellere oturur ki, öyle dost kalınır ki tam tamına 36 yıllık dostluğa, arkadaşlığa, sırdaşlığa, dert ortağına hatta kardeşten de öte ikiliğe dönüşür.

Hatırlarım, lisenin birinci sınıfında aynı sırada birlikte oturacağımıza dair aramızda sözleşme imzalamıştık. Meğer o imzayı bir ömür sürsün diye atmışız.

Gençtik, aynı takımda, aynı topun peşinden az koşmadık. Onun adı anıldığında, ben, benim adım anıldığında hep o anımsanırdı. Teneffüs zili çaldığında, uzun öğle aralarında, elimize topu alır, yaz kış demeden çıkardık okulun arka bahçesine... Kimi zaman basketbol, kimi zaman voleybol olurdu bu paylaştığımız güzel anlar...

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramlarında ilk biz seçilirdik. Uzundu boylarımız, sporcuyduk, okulun bilinen öğrencilerindendik.

Atelye derslerinde plançete arkasına gizlenip az ders kaynatmadık. Temel Sanat Eğitimi derslerinde obje toplayacağız diye bahçede otmuş, tohummuş, dalmış, yaprakmış arar dururduk.

Şimdi farklı mı oldu sanki, deniz kenarında, eski bir mezarlıkta, arka bahçede o eski duyguları yaşadık. Onca geçen yılın ardından bir haftanın tadını o gençlik yıllarımızdaki gibi çıkardık.

Bodrum katında bir çıplak ampul, üzeri olmayan eski masaya koyduğumuz cam parçası ile karanlık oda yapıp, pozladığımız futbol takımlarının armalarını tişörtlere basıp, sattığımız para ile gittiğimiz yaz tatillerinin bir benzeriydi birlikte geçirdiğimiz bu sayılı günler...

O zamanlar evlerde telefon yoktu. Okul bittiğinde ya mektupla haberleşirdik, ya da son buluşmada bir sonrası için tarih, yer ve zaman belirler öyle buluşurduk. Gelmemezlik yapmazdık. Sonra evlere telefonlar geldi rahatladık. Lise bitmişti, üniversiteye girmek o kadar kolay değildi. Bizim için dezavantaj meslek lisesi mezunu olmamızdı. Birçok teorik dersleri görmemiştik... Bir kez denediğimiz sınavdan sonra o zamanlar üniversiteden de önemli devlet memurluğuna girmekti.  Neresi memur alacaksa oranın sınavına koşar dururduk. Stadyumda bile sınava girmiştik. Bütün stadyum sınava girecek memur adayı ile doluydu. Sınav kağıtları bir baştan dağıtılırken diğer baş sınavı bitirip çıkmıştı. Sürüp gitti sınav koşuşturmamız.

Şanslıydık, okulun en iyileriydik. Milli Eğitim Bakanlığının açmış olduğu sınavı kazandık. Memurluk hayatı başlamıştı. Açık öğretimin ilk öğrencilerindendik
Araya okullar, evlilikler, ayrı şehirlerde yaşamak da girse hiç kopmadık. Yıllar sonra yine aynı şehirde yine yakın semtlerde tesadüf oturuyorduk.

Zaman, büyük olmak, omuzlara daha da büyük sorumluluklar yüklemişti. Yaş almış ebeveynler, hayat koşuşturması, geçim derdi derken kapılmıştık yaşamın çarkına...

Zaman acımasızdı, ebeveynler bir bir gitmişti. Hayat yalnızlıkla karşı karşıya bırakmış, kendimizden bir canlı dünyaya getirmemiştik her ikimizde...

Emekli olunmuş, hayatın başka bir evresi başlamıştı. Günün neredeyse tamamını alan iş saatleri biz emeklilere kalmıştı. İşe yetişme kaygısının olmayan sakinliğinde zamanı istediğimiz gibi değerlendirmiştik. Deniz kenarında okunan kitaplarımız, çitlenen çekirdeğin mutluluğu, kumsalda aranan deniz kabukları, kahvede içilen keyif çayı, puslu denizin maviliğinde kurulan hayaller...

Ne iyi etmiştik de bir araya gelmiştik.

14 HAZİRAN 2016
YENER BALTA

Hiç yorum yok: