DOĞADA OLMAK 5
Karı Ankara'da yakaladım bu kış...
Burada (Gündoğan/Bodrum) kış, kış olarak yaşanmıyor. Bazen, soğuk rüzgar,
bazen birkaç gün süren fırtına, neredeyse her gece nemli ve baharı anımsatan
ılık güneş daha çok kendini hissettiriyor.
Şubat ayının son haftasında, baharı müjdeleyen ağacın
çiçeğini gördüğümde sevinç çığlığı attım. Baharın gelişi, doğanın uyanışı,
çiçeği, böceği derken içim içime sığmıyor. Her yeni bir günde yeni sürprizler
karşılıyor beni.
Geçen yıl çekirdeğini gömdüğüm üç çam ağacını saksıdan alıp
toprağa, her zaman kalacakları yere diktim. O kısacık boyları fark edilmez de
üzerlerine basılır diye kendi boyları kadar taşla çevreledim. Can sularını
verirken 15-20 yılda ancak kendilerini göstereceklerini, benim de yetmişli
yaşların başlarında olacağımı düşündüm. Üç dikili çam ağacının gelişimini
izlemek bana yetecek...
Zeytin fidesini dört yıl önce dikmiştim. Boyunun iki katına
çıktı bile. Sağlıklı bir şekilde büyüyor.
Limon ağacı geçen yazın başında dikmiş olsam da pek mutlu
görünmüyor. Bir kez çiçek açsa da, birkaçı meyveye dönüşse de, niyeyse
üzerindeki büyük yapraklar bile sararıp dökülüyor.
Geçen sene budanan gül dallarından on- onbeş dal kadar
toprağa gömdüm. Aradan tam bir yıl geçti. İkisi tuttu ve bu mevsim dalını
göstermeyecek çoklukta yaprak verdi.
Her yer yemyeşil, toprak uyanıyor. O yeşilliğin arasından
kırmızı gelincik kendini göstermekte ısrarlı. Bu baharın ilk gelinciğini ben
gördüm diye mutlanıyorum. Yol kenarında açan papatyalar tüm saflığıyla esen
küçük yelde nazlı nazlı salınıyorlar. Seviyor sevmiyor için kopartılmıyorlar,
ne mutlu...
Bu bahar kızıl gerdanı doyasıya fotoğraflamanın keyfine vardım.
Ne de güzel ötüşü varmış. Hele bir aşka gelsin ötüyor da ötüyor.
Maskeli ötleğeni tanıdım bu bahar. Ötüşüyle, kesik kesik hareketleriyle
onu da doğada ayırt edebiliyorum.
Alakarga için koyduğum kabuklu yerfıstıklarını alırken çok
yakından fotoğraflamanın heyecanını anlatamam. Neredeyse aynı zaman içerisinde
ona yakın fıstığı bir bir alıp götürüyor.
Serçeler vazgeçilmezi bahçenin. Onlar için aldığım bulgura
ara verip, duvar kenarına bırakılan taze sayılacak, bazılarının tüm olmasına
şaşırdığım ekmekleri kuşlar için yem yapıyorum. Serçeler diğer kuşların
gelmesini de sağlıyor.
Saka bile geldi bahçeye. Kumsalda serçe sandığım kuşun saka
olduğunu fark ettiğimde, heyecandan elim titriyordu. Aman kaçacak, bir kare
daha fazla çekeyim derken, onun hareketliliği, benim heyecanım çoğu karenin net
olmayışını etkilemiş. Olsun çekmiş olmak, o heyecanı ve anı yaşamak bile her
şeye değer.
Yağmurun yağmasıyla kuru derenin biraz suyla hareketlenmesi
çoğu kuşun mekanı oluyor. Çıvgın derenin yerlisi sanki. Ne zaman gitsem orada
küçük küçük keskin hareketliliği ile yeşilin içinde fark ettiriyor kendisini.
Dağın yamacında yüksekte uçanı kerkenez ya da sarı şahine
benzetebiliyorum. Makinemin objektifi o uzaklığı çekmeme yeterli gelmiyor. Sarı
kuyruksallayan, ak kuyruksallayan, ispinoz, saka, kızılgerdan, alakarga, maskeli
ötleğen, kumru, serçe bu bahar gördüklerim. Bu küçük canlıları görmek beni
büyülüyor. Gizemli ve sessiz dünyalarına girmiş olmak beni her şeyden
koparıyor.
Bu kış ve bahar balık tutmak yeni uğraşlarımdan dolayı
seyrek oluyor. Bir iki küçük balığı yakalayıp yaşar görünce denize salıyorum.
Niyeyse yüreğim dayanmıyor.
Sahipli yerlerin bahçesinde olan bütün ağaçlar budanıyor.
Daha iyi büyüsün dallansın diye budanan dallardan aklıma yapılacak birçok fikir
gelse de ne yer ne de zaman ayırmayacağımdan düşünme aşamasında kalıyor...
Bu sabah karıncaların belgesel tadında izlediğim sıra verdi
dizilişleri, zakkumun kuru uçuşan minik tohumlarını sırtlanıp gidişlerine
hayran kalıyorum. İlk fark ettiğimde üzerlerine basmamayım diye tökezliyorum.
Birini bile ezmekten sakınıyorum. Karınca da olsa bir can... Bir sonraki kışa
besin depolayan akıllı canlılar...
Pazar alabildiğine canlı. Sebzeler her tezgahın gelir
kaynağı. Yeni yeni adını duyduğum, adını sorsam da bir sonraki tezgaha gidene
kadar unuttuğum otlardan denemeye karar veriyorum. Geçen pazar ebegümeci ile
başladığım ot çılgınlığı bu pazar neredeyse her türden satın alıyorum.
Ebegümecinin yararlarını, şeklini, çiçeğini internette
baktıktan sonra pazarcı kadının tarif ettiği soğan ve yağ da pişirip,
internetten aldığım fikir ile birleştirip üzerine yumurta kırıyorum. Canım
annemin ıspanaklı yumurtasını anımsatıyor bana. Babam ıspanak yesin diye ona
hep bu şekilde pişirirdi. Yol kenarında ebegümecini tanımak, adım başı
rastlamak, küçüklü büyüklü yapraklarını ne çok seven böceklerin olduğunu (dantel
havasına bürünmüş delik delik olmuş yapraklarından) anlıyorum. Toplamak aklımdan
geçse de, tozun toprağın için de pek de yenir durumda bulmuyorum kendilerini...
Pazardan almak en garantisi...
Ot diye bildiğimiz yeşil bir bitkinin biçimine, renk
tonlamasına hayran kaldığım için her gördüğümde durup inceliyor;
“Ey doğa sen ne mucizesin!..” deyip hayret ediyorum.
1 Mart 2017
Yener Balta
Yener Balta
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder