28 Aralık 2019 Cumartesi

KÖPEK VE KAPLUMBAĞA


🎈🎈🎈🎈🎈
KÖPEK VE KAPLUMBAĞA
Gece yağan yağmur Temmuz sıcağını serinletmişti. Sabah, havadaki serinlik güneşin yükselişiyle ısınmaya başladı. Hava bizi dışarı çağırıyordu. “Ağaçların serin gölgesinde yürümek huzur veriyor” demişti bir keresinde annem. Bu havada parkta olmak en güzeliydi. Anneme,
“Parka gidelim mi?” dedim.
“Tamam kızım. Hazırsan çıkalım,” dedi.

Minik serçelerin cıvıltıları, güvercinlerin gurk gurk sesleriyle karışıyor. Geveze saksağanlar ötüyorsa eğer, bilin ki yuvalarına yaklaşan sinsi kediyi uzaklaştırıyorlar.

Birkaç sokak köpeği ağaç gölgesinde miskin uykularında. Yanlarından geçerken gözlerini aralayıp kendilerini kolluyorlar. Parkın bekçisiyle birlikte sanki onlar da oranın güvenliğinden sorumlu. Gece de parkta yattıkları için bunu iyice kendilerine görev edinmişler.

Bir sabah annemle parka çok erken gitmiştik. Sık çalılıkların arasında bir kaplumbağa görmüştüm. Tam kafasını çıkartmıştı ki, sokak köpeği kaplumbağayı fark etti. Fırlayıp yanına geldi. Köpek ıslak burnu ile kaplumbağayı kokladı. Kaplumbağa birden kafasını, ayaklarını, minik kuyruğunu kabuğunun içine çekti…

Ne garip hayvandı şu kaplumbağa! Halbuki kafasını, ayaklarını, kuyruğunu içine çekse de kabuklu gövdesi ortadaydı. Demek ki uzuvlarını içine çekmesi güvende olması için yeterliydi.

Kabuğu bir taş kadar sertti. Korunaklı olması belki de sert kabuğundandı. Annem,
“Kaplumbağalar çok uzun yaşarlarmış, 100-150 yılı bulabilirmiş.” dedi. Annem, kabuğunu göstererek,
“Sırtlarındaki sert kabuk aslında deri levhalarla kaplıymış. Her yıl bir yenisi eklenirmiş. Bunlar da yeni bir çizgi oluştururmuş. Bu dikdörtgen halkalar da kaplumbağanın yaşını gösterirmiş,” dedi. 
Çok ilginç geldi annemin anlattıkları. Saymak istedim kabuğundaki çizgileri. Yere eğildiğimde köpek bana doğru yaklaştı. Kaplumbağaya gösterdiğim ilgiyi kıskanmış olmalı ki, yanıma iyice sokuldu. Az daha düşecektim.

Köpeğin başını birkaç kez okşadım. Dokunduğum anda kuyruğu havada daireler çizdi. Biz ilerledikçe köpekte bizi takip etti. Arkama baktığımda kaplumbağa çalılıklar arasında kaybolmuştu.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KAPLUMBAĞACIK


🎈🎈🎈🎈🎈
KAPLUMBAĞACIK

Geçen yıldı. Ailece yaz tatiline gidiyorduk. Arabada giderken en çok sevdiğim şey elektrik direklerini saymaktı. Bir, iki, üç… Hep karışır, sonu gelmezdi. Birden yolun kenarında topa benzer kahverengi bir şey görmüştüm.
“Bir kaplumbağa!” diye bağırmıştım, heyecanla…
“Evet, doğru,” demişti babam.
“Ya, birden yola çıkarsa!” diye kaygılanmıştım.
“Evet, kafası yola dönüktü kızım.” demişti annem.
“Ya arabalar üzerinden geçerse?” diye heyecanlanmıştım. Çok korkmuştum o an… Babam arabayı yavaşlatmıştı bile. Yolun sağında durdu.
“Gel bakalım kızım. Küçük kaplumbağayı yolun karşısına biz geçirelim. Böylelikle onu ezilmekten kurtarmış oluruz.” demişti babam. 
“Yaşasın…” diye bağırmıştım.
Heyecanla arabadan indik. Babamın elinden tuttum. Kaplumbağaya doğru hızlı adımlarla yürüdük.
“Annem arkamızdan, dikkatli olun!” diye seslenmişti. Arkama baktığımda annem bize gülümsüyordu.
Kaplumbağanın yanına geldik. Üzeri dikdörtgen çizgilerle doluydu. Kendi aralarında bir simetri oluşturmuştu. Askerlerin kullandığı miğfere benzetmiştim. Bizi fark edince kafasını, ayaklarını ve kuyruğunu hızlıca kabuğundan içeri çekmişti.
“Neden kafasını, ayaklarını ve kuyruğunu kabuğunun içine çekti baba?” diye sormuştum.
“Dışarıdan gelecek olan tehlikelere karşı kendini savunmak için...”
“Peki kaplumbağanın gövdesi?”
“Kabuğu bir taş kadar serttir kızım, kabuğu onun kalkanıdır bir bakıma...”

“Sen tutmak ister misin?” diye sormuştu babam.
Heyecanlanmıştım. Kabuğuna dokundum. Sertti. Üzerindeki çizgiler tırtık tırtıktı. İki elimle dikkatlice tuttum. İleriye doğru uzattım. Kafası, ayakları ve kuyruğu yokken çok komik görünüyordu. Gülümsemiştik o haline.

Babamla karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa baktık. Kaplumbağacık önde, hızlıca geçtik yolun karşısına. Yavaşça yere bıraktım. Yolun yan tarafı yeşilliklerle doluydu. Yol biraz yukarıda kalmıştı. Uzun ince, bir su yolu vardı. Uçsuz bucaksız yeşil alan ayçiçek tarlasıydı. Tüm çiçekler sanki bize gülümsüyordu. Nasıl da uzundu gövdeleri. Ne kadar da büyüktü çiçekleri. Sapsarıydı renkleri… Aralara birkaç saman adam dikmişlerdi. Sanırım kuşlar ayçiçeklerin çekirdeklerini yemesin diyeydi. Kuşları korkutmak içindi. Ceketin ve gömleğin kollarından, pantolonun bacaklarından sopalar geçirmiş, içlerini samanla doldurmuşlardı. Bir de şapka vardı yuvarlak hasır yüzünün üzerinde. Sanki bizi gözetliyordu saman adam…

Kaplumbağa suya mı gidiyordu? Yuvası mı oradaydı? Anlayamadık! Babamla birbirimize; oldu bu iş dercesine gülümsedik…

Geriye baktığımızda kaplumbağa kafasını kabuğundan uzatmıştı. Suyun üzerinde art arda halkalar, iç içe genişleyerek dağılıyordu. Kaplumbağa susamıştı anlaşılan.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

13 Mart 2019 Çarşamba

A BEY


A BEY

Sekreter açmıştı kapıyı. İçerisi kalabalıktı. Sekreterin konudan haberi vardı. Beni görünce işte A bey burada oturuyor diyerek göstermişti. Kapı girişine yakın olan A bey’e de beni göstermişti. A bey ayağa kaltı. Selamlayıp tokalaştı.

Salonda toplantı olduğundan sekreterin odasına geçtik. Hiçbir şey konuşmadan vestiyere yöneldi. Asılı olan paltosunun ceplerini karıştırdı. Bir şey arıyordu. Aradığını bulmuştu. Avucunu açtı. Elindekini bana gösterdi. Bu iri bir cevizdi. Daha önce hiç bu kadar büyük ceviz görmemiştim.
“Bu benim bahçemden!.. Bunun ağacı Niğde’de. Her yıl tohum olsun diye dağıtmaktan bu cevizlerden pek yiyemem. Bunu,” dedi cevizi yatay çevirerek,
“Şöyle koyacaksın. Buradan mı, buradan mı filiz verecek bilemeyiz.” Dedi her iki uç kısmı göstererek.
“Toprağa yatay koyacaksın. İlkin bir gün suda beklet. Büyükçe bir saksıya koy. Üzerini 10 cm toprakla kapat. Ha bu arada bir tane çiğ yumurta göm cevizin dibine. O cevizi uzunca bir zaman besleyecektir. Toprağı da hep az nemli tut. O çıkar...” dedi.

“Nerede dikeceksin?”diye sordu.
“Bodrum’ da” dedim.
“O iklimde olmaz. Denizden en az 400 metre yükseklikte olmalı,” dedi.
“Denizden oldukça uzaktayız. Daha önce de iki ceviz diktim. Her ikisi de tuttu. Mevsim gereği yapraklarını dökse de canlılar,“ dedim.
“Bu çok iyi,” dedi.

Asıl konuya geçmiştik. Babamın kitaplarıydı! Telefonda konuşmuştuk uzunca.

ADD’nin kurucu üyelerinden biri de babamdı. Babamın yazıp birlikte bastırdığı kitaplardan birer tane daha önce arkadaşı aracılığı ile yollamıştım. Eski yönetimin kitaplıktaki birçok kitapla kaybolduklarını, yeni başkan daha önce birer tane daha bırakmak için geldiğimde bana açıklamıştı.

A bey, kitaplıktan babamın yazdığı altı ciltlik Allah denince adlı kitapları almış, bu kitapların kendisinde de olmasını istiyordu.

“80 yaşımdayım. Ben böyle bir kitabı hayatım boyunca daha önce hiç okumadım. Hayranlık içerisinde birinci kitabı okudum. Babanız benim düşüncelerimi kitaba almış sanki. Böyle bir kitabı yazmak, çok araştırma ister, çok birikim ister, herkes yazamaz böyle bir kitabı. Öyle değerli bilgiler taşıyor ki...” dedi. Gözlerim dolu dolu olmuştu.
“Bu kitaplardan nasıl edinirim diye çok uğraştım. Sahafları gezdim. Ankara’da ki birçok kitapçıya gittim. Yayınevlerini dolaştım. Milli kütüphaneye bile gittim. Yok!.. Fotokopi ile çoğaltayım dedim, o da olmadı. Bastırmak için matbaaya bile gittim. Bu kitaplar bizim başımıza iş açar dediler. Dernek aracılığı ile size ulaştım,” dedi.
“İyi de ettiniz, bir tek benden bulabilirdiniz. Ben sizin için o kitapları getireceğim. Babamın evine gideceğim. Orada kalmışsa getireceğim. Yoksa biraz zaman alsa da sizin için tekrar bastıracağım,” dedim.
Çok mutlu olacağını, çok sevineceğini dile getirdi.
“Bu kitaplar öyle değerli ki benim için size anlatamam. Babanızı tanıyorum, birkaç kez karşılaşmıştık. Çok değerli eserler bırakmış babanız size. Maalesef bunları anlayacak çok az insan var. Bunları gençlere okutmak lazım. Yarınlar onlar çünkü!..” dedi.
Birkaç kişinin daha bu kitapları okumak istediğinden bahsetti. Üç seri daha edinirse memnun olacağını söyledi.

Babamın evinde kalan kitapları olabildiğince herkese, her yerlere dağıtmıştım. Babam böyle istemişti.  Yetmediğinde de çoğaltıyordum. Allah denince kitap kalmamıştı. Bende ve babamın evinde ikişer adet tümünden seri halinde vardı ama onları bozamazdım. Yakın arkadaşımın kitaplığında ilk üçünü bulmuştuk. Diğer üçü de ne tesadüftür ki, Bodrum’da dağıtmak üzere ayırdığım kitapların arasında bulmuştuk. O sırada Bodrum’da olan ablamdan bakıp postalamasını istemiştim. Böylelikle bir seriyi toparlamıştık.

A bey’le telefonlaşıp tekrar ADD’de buluştuk. Bana kaplan cevizi tohumundan sonra, bahçesinden yaptığı dut pekmezinden, ağacından topladığı ıhlamurdan getirmişti. 

A bey’den yaşamından kesitleri öykü tadında dinledim. Ne güzel hayatlar, ne büyük birikim, ne aydın düşünceler... Dostluğumuzun burada kalmayacağını daha güzel günlerde buluşmak için haberleşmek üzere ayrıldık.


19 OCAK 2019, YENER BALTA