22 Mayıs 2010 Cumartesi

CÜCE HAYDAR

CÜCE HAYDAR

Uzun yorucu bir günün ardından bir çay içimi soluklanacağımız simitçide, iki küçük hasır tabureye oturmuştuk. Küçücük alanda yan yana masalar konmuş, masalar arası ancak bir kişinin geçebileceği boşluklar bırakılmıştı.
Ayaklarımızdaki ve belimizdeki sızı bir süreliğine bize acısını hissettirmeyecekti. Sıcak çaylara biran önce kavuşmak dileğiyle, servis yapacak elemana bakınır olmuştuk.
Hiç beklemediğimiz bir yükseklikten “Buyurun!” diye bir ses gelmişti. Şaşırmıştık! Bizlerin taburedeki uzunluğumuzdan daha aşağıdan gelen sese doğru başımızı çevirdiğimizde, orta yaşı çoktan geçmiş, bir erkek duruyordu. Şaşkınlığımızı ne kadar gizlemeye çalışmış olsak da, o bu tür şaşkınlıklara alışık bir edayla, söylemiş olduğumuz iki çayı elindeki adisyona not etmiş, masada duran şeker kabının altına sıkıştırmıştı.
Koşar adımlarla elinde iki çay bardağını "Tavşankanı bunlar!" diyerek uzatmıştı. Teşekkür ettik, bardağın içinde eriyen şekere dikkatimi vermişken;
"Hey sen! Baksana..." diyen sese yönelmiştim.
Başımı çevirmeden yan masada neler olup bittiğini rahatlıkla algılayabiliyordum.
"Nerelisin sen?" dedi masada oturan iri kıyım müşteri.
Erkek sesinin tüm inceliğiyle; "Iğdırlıyım abi!" diye cevaplamıştı.
"Ne kadardır Ankara'da sın?"
"Bir kaç gün oldu geleli..."
"Nerede oturuyorsun?"
"Sincan'da, bir hemşerimin yanındayım şimdilik."
"Ne kadardır burada çalışıyorsun?"
"Bu ikinci günüm abi!" dedi.
Diğer masadan seslenen müşterinin çayını tazelemek için izin isteyip, görevine devam etti.
Çayları tazeliyor, hesapları kesiyor, bütün masalara neredeyse kendisi servis yapıyordu.
Tekrar bizim masanın arasından geçerken, adam cüzdanından çıkardığı kartvizitini uzatarak,
"Al bunu işsiz kalırsan, başın sıkışırsa, bir sorunun olursa beni ara" diyerek uzatmıştı. Şaşkınlık içerisinde kartı eline almıştı. Biraz tedirgindi. İleriden olan biteni izleyen dükkan sahibi;
"Hayırdır Haydar, bir sorun mu var?" diyerek yaklaştığında, mahcup bir şekilde başını öne eğmiş, sorulan soruyu müşteri cevaplamıştı.
Baş hareketleriyle ne olduğunu anlamadan uzaklaşan işveren, tezgahın diğer tarafında Haydar'a neler olup bittiğini sormuş olsa gerekti ki, suçlu gibi olanı biteni aktarmıştı.
Kartı veren kişi, yanındaki arkadaşına;
"Bizim Hakan'ı bilirsin, enine boyuna... Düşünsene bizim dükkânda bu cüceyle çalıştığını, ne muhteşem olur!" diye aklından geçeni paylaşmıştı. Benim de merakım gitmişti.
Belli ki müşterilerin geldiği bir iş yerine sahipti. Gelen müşterilerin dikkatini çekmek istiyordu. Yanında çalışan enine boyuna, bir de kısa hatta cüce koydu mu tüm dikkati kendi dükkânına yöneltecekti.
Konuşmasında, her ne olursa olsun, başın sıkıştığında, işsiz kaldığında beni arayabilirsin derken, duygusal olarak ifade ettiği cümlelerinde kendine de bir pay biçmişti.
Sıcak çaylarımızı içmiş, bir bardak çay bedeli olarak bıraktığımız bahşişimizle bakışları üzerine çeken, alışık olmadığımız fiziki yapıya sahip Haydar'a da bizim de küçük bir katkımız olmuştu.
Yener Balta, 22 Mayıs 2010

Hiç yorum yok: