EŞYANIN KADERİ
Baharın serin akşamında bir nefes almak için penceremi açıp dışarı baktığımda, beklemediğim bir hareketlilik vardı sokakta. Apartman girişinde, yakın birkaç apartmanın çöplerini topladığı yer bizim girişimizdeki ağacın altında bulunan çöp arabası idi. Çöpün çevresine kutular, eski bavul ve çantalar, çöp torbaları, çuvallar savrularak atılmıştı.
Hafta sonu Ankara'da olmayacaktım. Konuştuğum, merhabalaştığım tek komşuma rengârenk bahar çiçeklerimi emanet etmiştim. Döndüğümde kapıda karşılaşmıştık. Çiçeklerime baktığı için teşekkür ettim, hatta pembe çiçekleri olan begonyayı kendisine armağan ettim.
Bahçesine soğan, biber, maydanoz ekeceğini, geçen yıl yediği kayısı ve eriğin çekirdeğini toprağa gömdüğünü; "Bakın işte minik dalı, görüyor musunuz?" diyerek eliyle işaret ettiği fidanın tutmuş olduğunun heyecanını benimle paylaştı.
Ardından beklemediğim bir haberi iliştiriverdi konuşmasına. Belli ki kendisi de çok üzülmüştü. Zira o evin en alt katındaki benzer olayı o da benden duymuştu. Tıpkı bana kendisinin ilettiği haber gibi.
Karşı apartmanda en üst katta yaşayan emekli memur ölmüştü. Eski model bir arabası vardı. Kendi el yazısı ile cep telefonu numarası her zaman camdan görünür şekilde dururdu. Nadiren olsa da arabasını kullanır, kullanmadığında da penceresinden görebileceği yere park ederdi.
"Geçen pazar günü ölü bulunmuş" dedi. "Oğlu aramış ulaşamamış, ara sıra gelirdi ziyaretine babasını. Çok aramış açmayınca meraklanıp gelmiş. Kapıyı çaldığında da açan olmamış, polise haber vermiş, polis de savcıya...
Apartmana ağır bir koku yayılmış çoktan. Çilingirle kapı açıldığında koltuğa yığılı kalmış bir şekilde bulmuşlar. “İki gün koltukta öylece kalmış" diyerek olayı bir anda aktarıverdi bana.
Üzüldüm doğrusu. Yazık, ne denir bilmem ki... "Hemen de satılığa çıkarmışlar evini" dedi. Ne kadar da çabuk…
Bugün günlerden salı idi; oysaki pazar bulunduğuna göre daha haftası olmadan evinin satılacağı söylentisi çok üzücüydü.
Çöp arabasının neden o halde olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. Başımı karşı apartmanın üst katına bakmak için kaldırdığımda, ışıklar yanıyor, perdeler sökülmüş, evin içerisinde eşya görünmüyordu. Oysaki orada yaşayan amcanın koltuğuna oturup perdesini sonuna kadar açtığında, televizyonu, büfesi, berjer koltuğunun bir kısmı, güvercinlere yem verdiği kutusu hep görünürdü.
Yaklaşan kamyonetten inen üç kişi; el arabalı birinin de katılımı ile ne var ne yoksa sokak lambalarının cılız ışığında işlerine yarayanla, yaramayanı hemen ayırmaya başlamışlardı.
Kendi aralarında daha önce hiç duymadığım bir dille konuşuyorlardı. Anlayamamıştım. İki küçük oğlan çocuğu anne ve babasının verdiği işe yaramaz deyip belki giden için en önemli, en değerli eşyaları bir bir çöp kutusuna atıyorlardı.
Kendinden önce giden hanımının da eşyaları dikkat çekiyordu alacakaranlıkta. Bol bol kadın çantası, ayakkabısı...
Bir yandan da oğlu olduğunu sandığım biri daha ağır kutuları, bavulları, çuvalları indirip “bitsin artık bu iş!” dercesine savurup geri dönüyordu.
"Yukarıdakileri şimdi mi alırsınız?" diyerek kamyonun çevresindeki adamlardan birine seslenmişti. Belli ki daha önce de gelip gitmişlerdi. "Ne var ki?" deyince anlaşılır bir Türkçe kelime çıkmıştı ağzından. "Giysiler!.." "Onlar bizim işimize yaramaz." diyerek yanıtlamıştı. Tekrar hummalı seçim işlemine geçmişler, kör ışıkta seçebildiklerini hızlı hızlı kamyonetin kasasına atarak şakalaşıyorlardı kendi aralarında.
İri iki kara köpek hareketlerden tırsıp kuyruklarını bacak aralarına sıkıştırıp uzaklaşmışları gidecekleri yöne doğru. Çöpün üzerinde ve çevresinde görmeye alışık olduğumuz kedilerden biri karşı duvarın üzerinde salına salına yürüyordu.
Çöp toplayan adamın cep telefonu değişik bir melodi ile uzun uzun çaldı. Önce onun telefonu değil diye düşünmüşken, cebini hızlı hızlı boşaltıp telefonuna ulaşması bayağı uzun sürmüştü. Telefonun karşı sesi tiz bir kadın sesi idi, net geliyordu dışarı. Yine ağızlardan çıkan kelimeler bana o kadar yabancıydı ki anlamamıştım.
Kamyonet uzaklaşmış, el arabalı hala seçim ve istif işlemine devam ediyordu. İki oğlan çocuğunun beyaz çuvaldan yapılmış irice el arabasında siyah gölgeleri belirivermişti. Cıvıltılı dede torun seslerinden, sıcacık kucaklaşmalarının yerini giden dedelerinin ardından kalan eşyalarını çöpe atmak kalmıştı.
Alel acele işine yarayacak eşyaları arabasına doldurmuş, kalanını da çöp arabasına doğru biraz elleriyle, biraz ayaklarıyla iteleyip, tüm gövdesinin ağırlığını iki tekerlekli el arabasına verip koca çuvaldan yapılmış arabayı sürebileceği yatay konuma getirmiş, havada dalgalanan ıslık sesiyle diğer çöpleri karıştırmadan sokağın sonunda kayboluvermişti.
Yener Balta,
1 MAYIS 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder