11 Nisan 2016 Pazartesi

DOĞADA OLMAK III

DOĞADA OLMAK III

Baharın ilk müjdecisi erik ağacı... Budanmış seyrek dalları minik beyaz çiçeklerini saldı. Hava, her bahar olduğu gibi yanılttı yine bitkileri. Onlar mı aceleciydi, bahar mı?

Kırmızı gelincikler,
Mart deyince çıktılar kara topraktan,
Yeşile bürünen irili ufaklı bitkilerin arasından.
Kırmızısıyla kontrastı oldu yeşilin...

Niye gelinciğe “gelincik” demişler?
Öğrendim!

Mimozalar, sarsını sevdiğim. Hep annemi anımsatan!
Ya o beyaz papatyalar, çocukluğumdan kalan ilk çiçeğim.
Mor akasyalar, yapraksız dalında seyrine doyamadığım.
Kayısı ağacının pembe çiçekleri, saf umutlar...

Kelebekler yine iş başında!
Tüm zarifliğiyle beyaz, sarı kelebekler,
Zamana meydan okurcasına sakin...

Ya alakargaya ne demeli.
Yaz kış demeden ayrılmadı bizlerden.
Bahçedeki palamut ağacında dal bırakmadılar ki konsun.
Yuvasını dağıttılar...
Ah düşüncesiz insanlar...
Öksüz kaldı yavrucak...
Yine de yılmadı, buldu sağdan soldan palamudunu...

Her sabah yaptığım gibi bu sabah da, ilk bahçeye “günaydın” dedim. Ağaçları, denizi, toprağı, kuşları ve tüm beni kendine çekenleri selamladım.

Saksıda duran minik çiçek boy atmakta, topraktaki düzgün oyuk dikkatimi çekti birden. Gülümsedim! Alakarganın marifeti olsa gerek dedim içimden... Yine saklamış palamudunu hep yaptığı gibi. Çok tanık oldum saklısına...

Birkaç basamak indiğimde filizlenmiş palamudu elime aldım. Ne de şaşkınsın sen. Yoksa filizlenen palamudu yemiyor musun? dedim. Az ötede duran Alakargaya...
Bir tohumu elimde tutmanın ayrımını yaşadım. Yeni bir saksıya diktim, can suyunu da verdim, izleyeceğim...

Şeftali ağacının çiçeğe durmasını heyecanla bekledim. Pıtır pıtır patladılar bir bir... Sonra bombalar ardından... Sevinemedim. Bundan sonra her bahar şeftali çiçeği, masum canların gidişini anımsatacak bana, içim burkulacak...

Kuşlar bırakmadı bizi. Her sabah, her akşam ve aklıma geldikçe hemen biten yemlerini tamamladım. Alakarga, serçe gitmedi bahçemizden... Yenileri eklendi aralarına, ibibik uğradı gitti.  Kızıl Başlı Örümcek kuşunu ilk kez fotoğrafladım. Baştankara ötüşüyle büyülüyor her an. En çok istediğim şeyi, şeftali ağacının çıplak dalında, ardı sıra dizilmiş pembe çiçeğiyle doluyken, Büyük Baştankara’yı hem de çok yakınından fotoğraflamak... İnanılmaz bir güzellikte bir fotoğrafa sahip oldum. Karatavuk görünür oldu. Toprak havalansın deyip toprağı kaldırdıkça...

Serçelerin işlenmiş toprağın üzerindeki kum banyoları aklımı başımdan alıyor. Dişisini baştan çıkartmak için yapmadığı şey kalmıyor. Ötüyor, uçuyor, konuyor, dönüyor, kuyruk kanadını açıyor... Maskaralık yapıyor dişiye beğenilmek için. İzlemekten kendimi alamıyorum.

Toprağa tohum düşmeye görsün, hemen filizleniyor. Tabiata hasret, görmemişler gibiyim. Ne varsa ekesim geliyor toprağa... Havucundan, mısırına... Maydanoz, nane, sarımsak, salatalık, biber, patlıcan, kabak, domates, mısır, nohut, ay çekirdeği, patates... Hepsini büyük bir heyecanla bekliyor, izliyor, suluyorum.

Tuttuğumuz balığın kokusuna kapılıp geldi sokaktaki kedi... Balık bir yandan, kuşlar bir yandan baştan çıkarttı kediciği... Toprak, Mart ayı ile şu an çekiyor insanı. Deniz baş tacım, her zaman caydırıyor beni...

YENER BALTA,
10 NİSAN 2016



Hiç yorum yok: