3 Mayıs 2016 Salı

YOLDA YÜRÜRKEN

YOLDA YÜRÜRKEN
Yürüyordum! Tam iş yerimin olduğu sokağın başına gelmiştim ki, arkamdan;
            “Takdir ederim sizi!” diye bir erkek sesi işittim. 
Ne oluyordu? Durdum, dönüp arkama baktım.
“Yürürken kitap okuyorsunuz, taktire değer bir durum” dedi.
“Tebrik ediyorum sizi. Ne güzel, hayran kaldım yaptığınıza” dedi. Teşekkür ettim.
Aslında bu benim bulduğum bir şey değildi. Küçükken yaz akşamları, babamı işten geleceği saatte evimizin önündeki duvarda oturur beklerdim. Uzaktan görürdüm babamı, yavaş sakin adımlarla gelirdi. Kolunun altında çantası, tek elinde kıvırdığı kitabı, hep okurdu yürürken. Hatta bir keresinde başını fark etmediği ağaç dalına çarpmıştı. Hafif kanamıştı. Neyse ki bir şey olmamıştı babama... Bir keresinde de evi geçmiş çok sonra geçtiğini fark edip geri dönmüştü.
Babam için zaman kıymetiydi. Hala da kıymetli...
“Kitabı bitirmek üzereyim ve hatta tekrar başa döneceğim, merak içindeyim” dedim. Birazdan iş yerine girecek ve elimdeki işi devam edecektim. Kitap okumaya zaman ayıramazdım iş varken... Yolda yürürken neden okuduğumu açıklarcasına… 
“Ne güzel” diye yineledi.
“Ne okuyorsunuz?” diye çekinerek sordu. “Yazar olmak istiyorum” diyerek kitabın ön yüzünü gösterdim.
“Yazmaya çalışıyorum da” dedim.
“Ne yazıyorsunuz?” diye sordu. “Yazıyorum…” dedim, sözümü keserek,
“Kitap mı?”
            “Hayır, henüz değil, günlük tutmaktan öyküye geçtim.”
Çoğu kimsenin kitap okumadığı ile ilgili uzun uzun anlattı. Dinledim, hoş sohbetini…
“Kitap yazmış olsanız ben okurdum” dedi. Net ve hoş bir sesle, o anki hayranlığını belli ederek...
“Okuyun, okumak güzel…” dedi.
“Evet, çok haklısınız okumaya çalışıyorum” dedim.
“Dedikodu yok, huzurlusunuz, kafanız rahat...” diye de ekledi.
“Montaigne’nin, Denemeler kitabını öneririm size…” dedi.
“O benim başucu kitabım” dedim, gülümseyerek...
Ben de merak etmiştim, yolda kitap okumamla ilgilenen insanı.
“Siz ne işle uğraşıyorsunuz? diye sordum.
“Ben hastalığımdan dolayı askerlikten ayrıldım” dedi.
“Uzun zamandır tedavi görüyorum. Şu anda iyiyim ama, devam ilaçlara…” dedi.
Kitap okuyup, günde 1.5 saat yürüyormuş. Yüzünden hasta olduğu hemen anlaşılıyordu. Sarı, solgun yüzü tıraşsız, dişleri seyrelmiş ve olabildiğine sarıydı. Saçları beyazlamıştı. Üzerinde sıklıkla değiştirmediği her halinden anlaşılan gömlek ve kumaş pantolonu vardı. Görünüşü pek de derdi değil gibiydi.
“Askerlik, insan yapısına uygun değil bence, katı disiplin hakim…” demem, konuşmamızı noktalamıştı.
Başarılar diledi bana... İyi günler dileyerek ayrıldık. Gülümsemelerimiz yüzümüzde uzun bir süre kalarak...

10 EYLÜL 2008
YENER BALTA



Hiç yorum yok: