28 Aralık 2019 Cumartesi

KAKAOLU KEK


🎈🎈🎈🎈🎈
KAKAOLU KEK


Okulların tatil olmasını çok seviyorum. Evde olmak hoşuma gidiyor. Annemle birlikte bugün kek yapacağız. Kakaolu keki çok seviyorum.

Keki karıştırdığımız kaba yumurtaları bu sefer ben kıracağım. Yumurtayı elime aldım. Elimde sımsıkı tuttum. Tüm gücümle sıktım.
“Ne yapıyorsun güzel kızım?
“Yumurtayı kırmaya çalışıyorum anne!”
Annem gülümsedi. Yumurtalardan birini aldı. Avucunda tüm gücüyle sıktı.
“Bak, gördün mü?”
Annem de kıramamıştı.
“Yumurtayı bu şeklide kıramayız. Yumurtanın oval şeklinden dolayı zordur güzel kızım.”
Bir kez daha denedim. Hatta iki elimle yumurtaya yüklendim. Bir türlü kıramadım.

Annem,
“İki yumurtayı bir birine vurduğunda sadece biri kırılır!” dedi. Bildik bir sesle... Öyle de oldu. Birkaç kez tık tık diye bir birine vurdum. Kırılmadı. Biraz sert vurunca biri kırıldı. Kırılan yumurtanın kabuklarını ikiye ayırdım. Yumurtanın sarısı çok güzeldi. Kaydıraktan kayar gibi kaba düştü. Dört yumurtayı da bu şekilde kırdım. Sonuncusunu kek kasesinin kenarına vurdum. Elime yumurtanın yapışkan akı bulaştı. Yapış yapış oldu elim.

Annem, yumurtaların üzerine beş fincan toz şekeri ilave etmemi söyledi. Çırpma makinesi ile karışımı çırptım. Karışım bembeyaz, köpük köpük oldu. Ardından beş fincan unu da koydum. Çırpmaya devam ettim. Kabartma tozu ve vanilyayı  serptim. Vanilya tozu burnuma kaçtı. Hapşuu. Neyse ki ağzımı kolumla kapadım. Nefis kokusunu içime çok çekmiş olmalıyım. Bir paket kakaoyu da karıştırdım. Kakao kokusu muhteşemdi.

Karışımı tepsiye dizdiğim küçük kağıt kaplara döktük. Annem tepsiyi fırına yerleştirdi. Derecesini ayarladı. Kısa zamanda vanilyanın, kakaonun mis kokusu eve yayıldı. Fırının cam kapağından kabarmasını izledim. Bazı keklerin üzeri çatladı. Kaplumbağanın kabuğuna benzettim. 40 dakika sonra kek pişmişti.

Annem dolaptan küçük kalp kalıplarını çıkardı. Kırmızı şeker hamurunu eliyle yumuşattı. Üzerinden merdaneyle geçti. Kalıplardan birini bana uzatarak,
“Sen yap bakalım” dedi.
Küçük kalp kalıbını hamura çıkardım. Harika görünüyordu.
“Hadi bakalım, tüm keklerin üzerlerini kalplerle süsle.” dedi annem.
Bittiğinde çok güzel görünüyordu kekler. Kekleri bir an uğur böceğine benzettim.

Nihayet sıra yemeğe gelmişti. Kağıdı sıyırdım, bir ısırık aldım.
“Hımm, nefis olmuş anne.”
“Yavaş ol biraz!” dedi gülümseyerek.
“Ellerine sağlık benim güzel kızım,” dedi.
“İkinci bir kek yememelisin. Akşam yemeğine az bir süre kaldı.” dedi, elimi tabağa uzattığımda.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KUŞ TÜYÜ

🎈🎈🎈🎈🎈
KUŞ TÜYÜ

Mahallemizdeki evler üç katlı. Hepsinin önünde küçük bahçeleri var. Bahçeler demir parmaklıklarla çevrili. Bu parmaklıklara poşet içinde asılmış bayat ekmekleri hep görürüm. Annem bu ekmekler için,
“Ne büyük nimet ekmek! Ne israf böyle. Yazık!.. Yetecek kadarını neden almazlar ki? “der, her gördüğünde... Bizim evde ekmekler hiç atılmaz. Annem kalan ekmekleri daha sonra ısıtarak sofraya koyar. Çorbanın yanında iyi gider bu kıtır ekmekler. Bazen de ufalar köftenin içine koyar.

Bu bayat ekmekleri her gün toplayan yaşlı bir amca var. Bugün de onunla parkta karşılaştık. Çoktan kuru ekmekleri küçük parçalara ayırmış bile. Su dolu kabın içinde ıslatmış. Yaşlı amca hiç kıpırdamadan bankta oturuyor. Çevrede olan biten hiç dikkatini çekmiyor. Güvercinlerin yarışırcasına ekmekleri kapışmalarını izliyor. Bundan büyük keyif alıyor anlaşılan. O an orada sadece güvercinler ve kendisi var.

Güvercinlerin, serçelerin, saksağanların olduğu yerde rastlamamak mümkün mü? Kuşlar uçar da, tüyleri dökülmez mi? Merak ettiniz değil mi neden bahsediyorum!

Parkta gördüğüm her teleği eğilip alıyorum. Dökülen teleklerin avcısı oldum adeta. Annem yürüyüşte çok sık arkada kaldığım için hızlı yürüyemiyor.

Bir keresinde döne döne süzülen telek ayağımın üzerine kondu. Eğilip aldım. Yumuşacıktı. İncecik tüyler bir bütünü oluşturuyor. Elimin hareketiyle ışıkta renkten renge dönüştü. Ne de güzel parlıyor. Fosforlu  her tonu. Teleğin ne olduğunu açıklamama gerek kalmadı sanırım, değil mi? Telek, kuşların her bir tüyüne verilen isimdir. Telek kelimesini aklımda tutmak için elek elek diye tekrarlayıp durmuştum. Böylelikle telek kelimesi çabucacık aklıma geliyordu. Artık öğrendim, unutmuyorum.

Topladıklarımı bir kutuda biriktiriyorum. Bunları toplayıp ne mi yapıyorum? Merak edeceğinizi biliyordum.

Babam kuş fotoğrafçılığı yapıyor. Ben de kuşlara merak saldım. Hatta birkaç kez babamla birlikte kuş çekimine ben de gittim. “Bu iş sabır gerektiren bir iş kızım!” demişti babam.

Hafta sonları babam, kuş çekimine gideceği gün sabah erkenden evden çıkar. Göl evimizden biraz uzak. Kuşların güne beslenerek başladıklarını söyler. Çalılıklardan, yuvalarından çıktıkları için fotoğraflamak daha kolaymış. Çoğunun adlarını ben bile öğrendim. Kızıl gerdan, bıyıklı baştankara, arı kuşu, ak kuyruksallayan,  yalıçapkını… Ne garip isimler bunlar değil mi? Baykuş var da, neden bayankuş yok örneğin?

Babam, bahçedeki erik ağacının dalına küçük bir sepet asmıştı. İçine de ayçekirdeği koymuştu. Bana da bu ağacı gözlememi söylemişti.
“Bak göreceksin, kuşlar gelip bu çekirdeklerle beslenecekler. Ama biraz sabretmelisin...”
Uzun bir süre gözledim ağaca gelecek olan kuşları...
Tam umudumu kesmişken, bir gün birden erik ağacından kuş cıvıltısı geldi. Sessizce perdenin arkasından baktım. Gözlerime inanamadım. Koşarak babamın yanına gittim. Döndüğümüzde çoktan kuş uçmuştu...
“Serçe büyüklüğündeydi.” dedim babama.
“Kafasının ön kısmı kırmızı,  iki yanı beyaz ve tepesi siyah renkti. Kanatlarında sarı, siyah ve beyaz tüyler vardı.” diye anlattım babama.
Babam biraz düşündü!..
“Hımm, bu tarifin saka kuşuna benziyor kızım” dedi.
“Saka, nadir bulunan kuşlardan. Nesli tükenmek üzere!”
“Neden nesli tükeniyor baba?”
“İnsanlar avlıyor, kafeste besliyor, hatta satıyorlar da ondan” dedi babam.
“Üremelerine fırsat kalmıyor, nesilleri tükeniyor. Hatta bu kuşlar koruma altında. Avlanması, satılması yasak kızım...” dedikten sonra,
 “Svililip, svilit, tililip, trili...” deyip kollarını kanat çırpar gibi yapıp beni güldürdü.

Kuşları kafese neden koyarlar ki, doğa onların evi oysa ki...                           

Babamla, çektiği kuş fotoğraflarına birlikte bakarız. Gördüğüm kuşların resimlerini yapmayı çok seviyorum. Yaptığım kuş resimlerinin, gövde, kanat ve kuyruklarını bu topladığım telekleri yapıştırarak yapıyorum. Çok güzel görünüyor kuş resimlerim. Annem ve babam,
“Bunlar çok güzel resimler,” deyip beğeniyorlar her yaptığımda. Birkaçını çerçeveletip duvara astık. Sanırım bu gidişle evimizdeki bir duvar benim kuş resimlerimle dolacak.

“Nasıl olmuş, siz de beğendiniz mi?”

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KÖPEK VE KAPLUMBAĞA


🎈🎈🎈🎈🎈
KÖPEK VE KAPLUMBAĞA
Gece yağan yağmur Temmuz sıcağını serinletmişti. Sabah, havadaki serinlik güneşin yükselişiyle ısınmaya başladı. Hava bizi dışarı çağırıyordu. “Ağaçların serin gölgesinde yürümek huzur veriyor” demişti bir keresinde annem. Bu havada parkta olmak en güzeliydi. Anneme,
“Parka gidelim mi?” dedim.
“Tamam kızım. Hazırsan çıkalım,” dedi.

Minik serçelerin cıvıltıları, güvercinlerin gurk gurk sesleriyle karışıyor. Geveze saksağanlar ötüyorsa eğer, bilin ki yuvalarına yaklaşan sinsi kediyi uzaklaştırıyorlar.

Birkaç sokak köpeği ağaç gölgesinde miskin uykularında. Yanlarından geçerken gözlerini aralayıp kendilerini kolluyorlar. Parkın bekçisiyle birlikte sanki onlar da oranın güvenliğinden sorumlu. Gece de parkta yattıkları için bunu iyice kendilerine görev edinmişler.

Bir sabah annemle parka çok erken gitmiştik. Sık çalılıkların arasında bir kaplumbağa görmüştüm. Tam kafasını çıkartmıştı ki, sokak köpeği kaplumbağayı fark etti. Fırlayıp yanına geldi. Köpek ıslak burnu ile kaplumbağayı kokladı. Kaplumbağa birden kafasını, ayaklarını, minik kuyruğunu kabuğunun içine çekti…

Ne garip hayvandı şu kaplumbağa! Halbuki kafasını, ayaklarını, kuyruğunu içine çekse de kabuklu gövdesi ortadaydı. Demek ki uzuvlarını içine çekmesi güvende olması için yeterliydi.

Kabuğu bir taş kadar sertti. Korunaklı olması belki de sert kabuğundandı. Annem,
“Kaplumbağalar çok uzun yaşarlarmış, 100-150 yılı bulabilirmiş.” dedi. Annem, kabuğunu göstererek,
“Sırtlarındaki sert kabuk aslında deri levhalarla kaplıymış. Her yıl bir yenisi eklenirmiş. Bunlar da yeni bir çizgi oluştururmuş. Bu dikdörtgen halkalar da kaplumbağanın yaşını gösterirmiş,” dedi. 
Çok ilginç geldi annemin anlattıkları. Saymak istedim kabuğundaki çizgileri. Yere eğildiğimde köpek bana doğru yaklaştı. Kaplumbağaya gösterdiğim ilgiyi kıskanmış olmalı ki, yanıma iyice sokuldu. Az daha düşecektim.

Köpeğin başını birkaç kez okşadım. Dokunduğum anda kuyruğu havada daireler çizdi. Biz ilerledikçe köpekte bizi takip etti. Arkama baktığımda kaplumbağa çalılıklar arasında kaybolmuştu.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KAPLUMBAĞACIK


🎈🎈🎈🎈🎈
KAPLUMBAĞACIK

Geçen yıldı. Ailece yaz tatiline gidiyorduk. Arabada giderken en çok sevdiğim şey elektrik direklerini saymaktı. Bir, iki, üç… Hep karışır, sonu gelmezdi. Birden yolun kenarında topa benzer kahverengi bir şey görmüştüm.
“Bir kaplumbağa!” diye bağırmıştım, heyecanla…
“Evet, doğru,” demişti babam.
“Ya, birden yola çıkarsa!” diye kaygılanmıştım.
“Evet, kafası yola dönüktü kızım.” demişti annem.
“Ya arabalar üzerinden geçerse?” diye heyecanlanmıştım. Çok korkmuştum o an… Babam arabayı yavaşlatmıştı bile. Yolun sağında durdu.
“Gel bakalım kızım. Küçük kaplumbağayı yolun karşısına biz geçirelim. Böylelikle onu ezilmekten kurtarmış oluruz.” demişti babam. 
“Yaşasın…” diye bağırmıştım.
Heyecanla arabadan indik. Babamın elinden tuttum. Kaplumbağaya doğru hızlı adımlarla yürüdük.
“Annem arkamızdan, dikkatli olun!” diye seslenmişti. Arkama baktığımda annem bize gülümsüyordu.
Kaplumbağanın yanına geldik. Üzeri dikdörtgen çizgilerle doluydu. Kendi aralarında bir simetri oluşturmuştu. Askerlerin kullandığı miğfere benzetmiştim. Bizi fark edince kafasını, ayaklarını ve kuyruğunu hızlıca kabuğundan içeri çekmişti.
“Neden kafasını, ayaklarını ve kuyruğunu kabuğunun içine çekti baba?” diye sormuştum.
“Dışarıdan gelecek olan tehlikelere karşı kendini savunmak için...”
“Peki kaplumbağanın gövdesi?”
“Kabuğu bir taş kadar serttir kızım, kabuğu onun kalkanıdır bir bakıma...”

“Sen tutmak ister misin?” diye sormuştu babam.
Heyecanlanmıştım. Kabuğuna dokundum. Sertti. Üzerindeki çizgiler tırtık tırtıktı. İki elimle dikkatlice tuttum. İleriye doğru uzattım. Kafası, ayakları ve kuyruğu yokken çok komik görünüyordu. Gülümsemiştik o haline.

Babamla karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa baktık. Kaplumbağacık önde, hızlıca geçtik yolun karşısına. Yavaşça yere bıraktım. Yolun yan tarafı yeşilliklerle doluydu. Yol biraz yukarıda kalmıştı. Uzun ince, bir su yolu vardı. Uçsuz bucaksız yeşil alan ayçiçek tarlasıydı. Tüm çiçekler sanki bize gülümsüyordu. Nasıl da uzundu gövdeleri. Ne kadar da büyüktü çiçekleri. Sapsarıydı renkleri… Aralara birkaç saman adam dikmişlerdi. Sanırım kuşlar ayçiçeklerin çekirdeklerini yemesin diyeydi. Kuşları korkutmak içindi. Ceketin ve gömleğin kollarından, pantolonun bacaklarından sopalar geçirmiş, içlerini samanla doldurmuşlardı. Bir de şapka vardı yuvarlak hasır yüzünün üzerinde. Sanki bizi gözetliyordu saman adam…

Kaplumbağa suya mı gidiyordu? Yuvası mı oradaydı? Anlayamadık! Babamla birbirimize; oldu bu iş dercesine gülümsedik…

Geriye baktığımızda kaplumbağa kafasını kabuğundan uzatmıştı. Suyun üzerinde art arda halkalar, iç içe genişleyerek dağılıyordu. Kaplumbağa susamıştı anlaşılan.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA