28 Aralık 2019 Cumartesi

SİĞİL PRENSESİ

🎈🎈🎈🎈🎈
SİĞİL PRENSESİ

O yaşımda, gece karanlığında, açık alanda, ayın altında olamazdım. Bana yukarıda, o sonsuzluğun ortasında, ayın dolunay hali lazımdı. Aklınıza hemen bu kız hayalinde kurt adam olmak istiyor diye geçti değil mi? Hayır, kurt adam olamazdım zaten. Ancak kurt kız olabilirdim. Çünkü ben erkek değildim. Adım Yener olsa da bir küçük kız çocuğuydum.
İlkokula gidiyordum, ama kaçıncı sınıfa gittiğimi hatırlamıyorum şu an... Hayal kurmak değildi amacım, beni üzen, beni sıkan en büyük derdim olan elimin üzerindeki siğillerdi!.. Arkadaşlarım hep alay ederdi benimle, “Siğil Prensesi” diye... 
Elimin üzeri pütür pütür siğillerle doyuldu. Sık sık sayardım, sayıları gittikçe artardı. Bazıları acır, kaşınırdı. Ben kaşıdıkça, kanar, kopar, tekrar çıkardı... Sen kurbağa mı tuttun deyip nedenini arayanlar bile olurdu. Bunlardan kurtulmak için her şeyi yapmaya hazırdım.
Babam en büyük sorun benim siğillerimmiş gibi benimle her zaman ilgilendi. Doktor sonrası, merhemler, eczanede hazırlanmış özel karışımlı sıvılar, okuyup üflemesini bilen büyüklerin ısrarlı tedavileri işe yaramamıştı.
Evde oturduğumuz akşamlar, babam işaret parmağını diliyle ıslatır, benim elimin üzerindeki bir iki siğile değdirir, ben çeker çekmez de bana gülümser;
"Bak göreceksin, benim tükürüğüm iyi gelecek, hepsi de geçecek!" diye beni teselli ederken nice üfürükçülere taş çıkartırdı.
Dolunayın altında, açık bir alanda, ezbere Amentü Duasını okursam siğillerimden kurtulacaktım. Bunu yapmamı, bunu yaparsam elimin üzerinde sayısız olan siğillerden kurtulabileceğimi bana kim söylemişti hatırlamıyorum. Duyduğum ilk günden başlayarak okula giderken, sabah erken saatte gökyüzünde ayın hallerini izler olmuştum. Ay hilal oldu, yarım ay oldu, dolunay oldu... Dolunayın olmasını beklerken benim yapmam gereken en önemli şey Amentü Duasını ezberlemekti. Anlamadığım, bilmediğim bir şeyi nasıl ezberleyecektim?
O zamanlar ilkokulda din dersleri zorunluydu. Din ve Ahlak Bilgisi adı altında birleştirilmiş dersin, beni din konusu değil ahlak bölümü ilgilendiriyordu. Zorlandığımı bugün gibi hatırlıyorum, ezberim kuvvetli değildi. Bir türlü ezberleyemez, kelimeleri birbirine karıştırır dururdum…
Babam, din konusunda hassastı. Benim bir türlü beceremediğim bu derse tepki gösterdi. Bir gün, sınıf öğretmenime hitaben, kendi el yazısı ile yazdığı notu vermemi istedi. Çok güzel bir el yazısı vardı babamın çocukların okuyamayacağı...
Babamın  yazdığı notta ne yazıyor diye merak ettiniz değil mi?
"Arapça kelimelerin Türk olan çocuğuma ezberletilmesini bir veli olarak kabul etmiyorum…
Bu konuda kızıma bir dayatma yapmamanızı rica eder saygılar sunarım…”
Din dersinde ezberleyemediğim Amentü Duasını, bana yakıştırılan bu “Siğil Prensesliği”nden kurtulmak için çok zorlanmış olsamda inadına ezberlemiştim. Gecenin karanlığında olmasa da, sabah erken saatte, okul yolunda, boş meydanda dolunayın altında illa ezbere okumam gereken Amentü Duasını besmeleyle başlamış, kelime-i Şahadet getirerek sonlandırmıştım.
Duam mı işe yaramıştı, babamın üfürükçülere taş çıkaran efsunlu tükürüğü mü, yoksa bağışıklık sistemim mi güçlenmişti bilmiyorum.
Bir süre sonra elimin üzerinde bulunan tüm siğillerden kurtulmuştum.
Geçmişte yaşadığım siğiller nedeniyle olsa gerek şu an orta parmağımın tam ortasında çıkan kocaman siğile daha sevecenlikle bakıyorum…

Yener Balta, 31 MART 2014

OKUMA İLACI


🎈🎈🎈🎈🎈
OKUMA İLACI

Ablam, ilkokula giden yeğenimin yaz tatili boyunca kitap okumadığından şikayetçiydi... Babamla paylaşmış,

"Bu çocuğu ne yapmalı da kitap okumaya alıştırmalı?" demişti. Babam, "Zorla olmaz, kendi isteyecek, zamana bırak, nasılsa bir gün okur" demişti. Ablam, "Tatilde ödev olarak okuması gereken kitabını bile okumak istemiyor, neredeyse okul başlayacak..." demişti.

İşi gücü; bir kutu dolusu kurşun askerlerini ortaya döküp, hayalinde canlandırdığı savaşçılık oyununu oynamaktı. Ondan sıkılınca minik arabalarını evdeki eşyalardan barikat, köprü, yol gibi yapıp onların arasından yerde sürünerek ilerletmekti. Çocuktu kendi hayal dünyasında yaşıyordu. Eh, oyun onun hakkıydı...

Ablam yeğenimi doktora götürmüş, büyüme ve gelişme döneminde olduğundan, yediklerinin dışında takviye C vitamini alması gerektiğini söylemişti. Bunu duyan babamın aklına güzel bir fikir gelmişti. "Torunum nasıl kitap okuyacak göreceksiniz!" demişti bize. Doktorun önerdiği Sandoz tabletini ablamdan istemiş, yeğenimi de yanına çağırmıştı.

Babamın her zaman kitap okumasına şaşan yeğenim, "Dede, nasıl oluyor da bu kadar çok kitap okuyabiliyorsun?" diye sormuştu.

Annesinin tekrarlarından sıkılmış, dedesine, "Ben ödevim olan Küçük Prens'in ilk sayfasını açtığımda canım okumak istemiyor, hemen kapatıyorum." demişti.

"Bana mutfaktan bir bardak su getir bakalım." demişti yeğenime babam...

Yeğenim, su getirmek üzere mutfağa giderken ablamla bana gülümsüyordu babam. "Bakın şimdi!" diye...

Yeğenim; koşarak gittiği mutfaktan elinde getirdiği su bardağını "Al!.." diyerek dedesine uzatmıştı.

"Gel bakalım yanıma" demişti dedesi. Cebinden daha önce kutusundan çıkarttığı yaldızlı kağıda sarılmış turuncu renkli tableti suyun içine bırakmıştı.

Tablet, hızla bardağın dibine çökmüş, hızlı hızlı dönmeye başlayarak köpürmüş, daha çok hava kabarcıkları oluşturduktan sonra cızz sesiyle yok olmuştu.

Bardaktaki su turuncuya boyanmış, köpüklerin çıkardığı ses ve portakal kokusu yeğenimi büyülemişti.

Yeğenim, gözlerini açmış bardağı izlerken, babamın dediklerine de dikkat kesilmişti.

"Bak oğlum, bunu içtikten sonra kitap okumaya başlarsın. Buna  okuma ilacı derler. Bak göreceksin sen bile şaşıracaksın!" demişti.

Ablama dönüp, "Ben de dedem gibi kitap okuyabilecekmişim!" diyerek mutluluğunu annesiyle  paylaşmıştı.

Hâla hava kabarcıkları çıkaran bardak  yüzünde serinlik bırakmıştı. Bir yudum aldı, tatlı tadının yanında ekşi tadı da alınca yüzünü buruşturmuştu. Daha sonra dedesinden aldığı onayla bir dikişte tümünü bitirdi.

Bizler gülümsüyorduk. O da bizim gülüşümüze gülerek karşılık vermiş, "Ne zaman etkisini gösterir dede? " diye sormuştu.  "Birkaç saate kalmaz kendiliğinden okumak isteyeceksin! Biraz bekle bakalım!”

Birkaç gün sonra ablam bizi arayarak; oğlunun günde bir kez aldığı ilacın işe yaradığını, yeni bir kitap almak için yolda olduklarını söylüyordu.

Yener Balta, 19 Mayıs 2013



BONİ

🎈🎈🎈🎈🎈

BONİ
Boni, çocukluğumdaki ilk oyuncak köpeğim. Kirli beyaz tüyleri peluş kumaştan, fosforlu yeşil yuvarlak gözleri plastikten, kırmızı üçgen burnu ve dili deriden... Mini minnacık bir köpecik... Ben uyurken yatağımın baş ucunda beni bekleyen...
Odamız, dört kızın odası, yatak odamız, yemek odamız, misafir odamız... Tek odamız!.. Üç somyanın duvar dibine kurulu gündüzleri oturduğumuz, geceleri yatağımız olan, bir tek koltuğun olduğu oda... Yemek yiyeceğimizde açılır kapanır masa ile yemek odasına dönüştürdüğümüz.
Her sabah benim yattığım yatağın kenarına kurulan masada kahvaltı yapılırdı. Annem, henüz uyanmamış olduğum yatağımın ayak ucuna oturur, babam da başucumda duran koltuğa oturarak kahvaltıya başlarlardı. Sabahları uyanmam bu kahvaltı ortamında gerçekleşir, uyandığımda odadan geçtim, yatağımda gün başlamış olurdu. Sıcacık yatağın içinden çıkıp, sobalı evin ısısını vermediği tarafa gidip el yüz yıkamak ne büyük eziyetti benim için...
Yorganın altından sıyrılıp oturmamla kahvaltıya katılmış olurdum. Henüz uyku mahmurluğunu üzerimden atamamış, sabaha başlayamazken babam sağında solunda Boni'yi ararmış gibi yapar, eline alır, "Sen yüzünü yıkamazsan Boni de seni yalar" deyip yüzüme sürter, yalama taklidi yapardı.
Babam bunu yapınca yüzümü saklar, utanır, şımarır, nazlanırdım. Bazı sabahlar güne böyle başlardım. Sabahları yüzün yıkanmasını babam bana bu şekilde öğretti. Zorlama yoktu, emir yoktu, ceza yoktu, oyunla öğretmeyi seçmişti.
Ben biraz büyüyünce benden sonra çocuk olan kuzenlerime çok sevdiğim Boni'yi vererek paylaşmayı da bu şekilde öğrenecektim.
Yıllar geçmiş, oyuncaklar eskimiş, teknoloji gelişmiş, Boni bana çocukluk anım olarak kuzenlerimden geri dönmüştü. O anda hissettiğim duygu bambaşkaydı! Çocukluğundan kalan bir anı, bir hatıra, bir oyuncak...
Yılların kiri pisi üstünden gitsin diye yıkamak için çamaşır makinesine atmıştım.  Makinenin küçük camı saman çöpleriyle kaplanmıştı. Boni yıllara dayanamamış, çürümüş, içi saman çöpleriyle doldurulduğundan her şeye bulaşmıştı. Boni, derisi yüzülmüş hayvan postu gibi dümdüzdü. Boni'den kalan parçayı tatlı bir tebessümle çöpe atmıştım. Çocukluk hatıram artık yazıyla hayat bulmuştu.
Yener Balta, 11 MART 2015

NOKTA İLE ÇİZGİ

🎈🎈🎈🎈🎈
NOKTA

Nokta, çizgiye dedi ki;
Sen bensiz olamazsın!
Çizgi, düşündü!
Bal gibi de olurum.
Olamazsın...
O lu rumm...
Senin başlangıcın benim. Bensiz bir çizgi olamazsın!, dedi nokta.
Çizgi düşündü, düşündü!..
Haklısın galiba, dedi noktaya.
Ama istesem senden yapabilirim.
Nasıl? Dedi nokta.
Bak şimdi!
İşte bir nokta. (Küçük bir spiral çizdi.)
Nokta buna kahkahalarla güldü.
Bu bir nokta değil.
Çizgi şaşkın şaşkın baktı.
Bu bir spiral, dedi nokta.
Çizgi, noktasının kabul görmediğine üzüldü.
Madem öyle bak şimdi, dedi çizgi.
Aklına yeni bir fikir geldi.
Bir yuvarlak çizdi. İçini karaladı çabucacık.
İşte, bu bir nokta.
Nokta gülümsedi.
Belki, dedi nokta. Ama bu içi dolu bir daire.
Çizgi başını öne eğdi. Yine nokta çizememişti.

(Dik bir çizgiyken, kıvrıldı top gibi yuvarlandı... Tam bir noktayı andırmıştı hızlı hızlı ilerlerken...)

Nokta çizginin üzülmesine dayanamadı.
Ama ben noktalardan çizgi yapabilirim, dedi nokta.
Nasıl? dedi çizgi.
Bak şimdi;
Bu bir nokta ve dümdüz çiziyorum.
Çizgi, baktı. Düşündü!..

(Boş bir kağıda kıvrılıp top gibi düştü. Bir doğru boyunca yuvarlandı. Düz çizgi oluşturdu. Arkasında kırık çizgiler bıraktı. Bir arka sayfaya eğri çizgi olarak devam etti.)

Ah senin bu hallerin dedi nokta. Gülümsedi.
Noktadan nasıl çizgi olur göstereceğim sana.
Nokta kağıda pat diye düştü. Yuvarlandı, yuvarlandı, yuvarlandı... Ardında çizgi oluşturdu.
Noktanın başı döndü.
Bak gördün mü bu bir çizgi.
Çizgi, baktı düşündü!
Sanırım haklısın, sensiz bir hiçim nokta...
Çizgi başını öne eğdi.
Aslında, dedi nokta;

Sen ve ben bir bütünüz.
Ne sen bensiz olabilirsin,
Ne de ben sensiz...

24 KASIM 2018, YENER BALTA

ŞAŞKIN ÇOCUK


🎈🎈🎈🎈🎈
ŞAŞKIN ÇOCUK


Annemle sabahları parkta yürürüz. Bazen parktaki spor aletlerinde hareketler yaparız. En çok bisiklet pedalını çevirmeyi seviyorum. Bugün de bisiklet pedalını çok çevirdim. Annem,
“Vücudumuzun her yerini çalıştırmak lazım.” demişti. Tüm hareketleri tamamladığında,
“Hadi bakalım, eve gidelim. Bu günlük bu kadar yeter.” dedi.

Eve doğru giderken yolda telaşlı bir çocuğa rastladık. Sanki bir şey kaybetmişti. Yerde bir şey arıyordu. Sağına soluna bakınıyordu. Şaşkındı. O an bizimle burun buruna geldi.
“Beş liramı düşürdüm. Gördünüz mü acaba?”
 “Hayır” anlamında başımızı sağa sola salladık. Onun o telaşlı halini görünce biz de yere baktık. Görünürde para yoktu. Ağaç dibinde yoktu. Kurumuş yaprakların arasında yoktu. Kaldırım kenarına yoktu. Park halinde duran arabanın altında yoktu. Para uçup gitmişti anlaşılan. Biz ilerledik. Siyah saçlı, kahverengi gözlü şaşkın çocuk arkada kaldı. Bir daha görsem tanır mıydım? Parasını bulur muydu?

Annemle gezmeden geliyorduk. Aradan üç-dört gün geçmiş olmalıydı. Şaşkın çocuğun parasını kaybettiği büyük ağacın oradaydık. Birkaç kez oradan geçerken aklıma gelmişti. Şaşkın çocuk parasını bulmuş muydu?

Tam o ağacın altındayken geçen arabanın geride bıraktığı esintiyle beş lira ayağıma savruldu. İnanamadım! Eğildim, parayı aldım. Annemle bir birimize baktık. Şaşırmıştık! Bu beş lira şaşkın çocuğun düşürdüğü para olmalıydı.

Etrafta şaşkın çocuğu görür müydük?
“Şaşkın çocuğu nasıl buluruz anne?”
“Bilmem ki kızım. Bekleyelim bakalım.”
“Parasını ona vermek istiyorum anne.”

Parkla evimizin arası her zaman yürüdüğümüz bir yoldu. Şaşkın çocuğu her geçtiğimizde görmeyi umut ettik. Görsek tanır mıydık? O da ayrı bir konuydu. Bulduğum parayı bozuk paraları biriktirdiğim kutuya koymuştum. Harcamak gibi bir niyetim yoktu. Şaşkın çocuğu bulmam çok zordu. Yine de dışarıdayken şaşkın çocuğu bulmak için bakıyordum.

Yine bir gün annemle market alışverişine gittik. Hava çok sıcaktı. Mahallemiz ağaçların gölgesinde serinlemişti. Güneş batmak üzereydi.

Mahallenin sessizliğini bir evin bahçesinden gelen çocuk sesleri bozdu. Çocuklar bahçede oynuyordu. Anneleri sohbet ediyordu. O an annemle göz göze geldik. Şaşkın çocuk aralarında olabilir diye aklımızdan geçti. Bahçeye doğru yöneldik. Annem, annelere,
“İyi akşamlar” dedi. Ben,
“Aranızda para kaybeden oldu mu?” diye sabırsızlanıp sordum. Çocuklar benim sesimle oyunu bıraktılar. Hepsi bana baktı. Birkaçı yok anlamında başını salladı. Birkaçı da,
“Yoo, hayır” dedi. İçlerinden biri şaşkın çocuk muydu? Sorumu bir de,
“Sokakta parasını düşüren oldu mu?” diye sordum. Şaşkın çocuk olduğunu düşündüğüm,
“Haa, evet… Ben beş liramı düşürmüştüm yolda. Evet, evet ben kaybettim.” dedi. Annesi söze karıştı.
“Senin para!..” deyip duraksadı.
“Ne zaman kaybettin oğlum?”
“Geçen gün dayım beş lira vermişti bana, anne. Sana söylememiş olmalıyım. Onunla da bakkala dondurma almaya koştum. O zaman cebimden düşmüştü.”
Annesi,
“Oğlum yalan söylemez.” dedi.
“Annem, hiç olur mu öyle şey! Kızım, ‘para kaybeden oldu mu?’ diye sordu. Oğlunuz beş lira olduğunu kendisi söyledi. Bu yeterdi.”
Annem,
“Paranı biz bulduk. Onu sana vermek isteriz.” dedi. Şaşkın çocuk yine şaşırdı. Gözleri kocaman oldu. Gülümsedi. Sevindi. Annem cüzdanından on lira çıkarttı.
“Üzerini verebilecek misin?” dedi.
“Az önce param vardı. Onunla da bunu aldım.” diyerek cips paketini gösterdi.
“Peki o zaman.” dedi annem. Annesine dönerek,
“Madem öyle, orijinal beş liran evde, size onu getirsin kızım.”
Yanlarından ayrılırken,
“Orijinal ne demek anne?” diye sormuştu şaşkın çocuk. Annesi,
“Senin düşürdüğün beş lirayı kastetti” diye açıkladı.

Elimizdeki alış-veriş çantalarını eve bıraktık. Bozuk para kutusundan kağıt beş lirayı aldım.
“Hadi bakalım” dedi annem.
“Dikkatli ol.” Pencereden bana bakıyordu annem. Bahçe kapısında beni bekliyordu şaşkın çocuk.
“Al, bu senin beş liran.” dedim. Ona doğru uzattım.
“Teşekkür ederim.” dedi şaşkın çocuk.

Şaşkın çocuğun gözleri kaybettiği beş lirasındaydı. Sanırım günler sonra kavuşması iyice şaşkına çevirmişti.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA