28 Aralık 2019 Cumartesi

BONİ

🎈🎈🎈🎈🎈

BONİ
Boni, çocukluğumdaki ilk oyuncak köpeğim. Kirli beyaz tüyleri peluş kumaştan, fosforlu yeşil yuvarlak gözleri plastikten, kırmızı üçgen burnu ve dili deriden... Mini minnacık bir köpecik... Ben uyurken yatağımın baş ucunda beni bekleyen...
Odamız, dört kızın odası, yatak odamız, yemek odamız, misafir odamız... Tek odamız!.. Üç somyanın duvar dibine kurulu gündüzleri oturduğumuz, geceleri yatağımız olan, bir tek koltuğun olduğu oda... Yemek yiyeceğimizde açılır kapanır masa ile yemek odasına dönüştürdüğümüz.
Her sabah benim yattığım yatağın kenarına kurulan masada kahvaltı yapılırdı. Annem, henüz uyanmamış olduğum yatağımın ayak ucuna oturur, babam da başucumda duran koltuğa oturarak kahvaltıya başlarlardı. Sabahları uyanmam bu kahvaltı ortamında gerçekleşir, uyandığımda odadan geçtim, yatağımda gün başlamış olurdu. Sıcacık yatağın içinden çıkıp, sobalı evin ısısını vermediği tarafa gidip el yüz yıkamak ne büyük eziyetti benim için...
Yorganın altından sıyrılıp oturmamla kahvaltıya katılmış olurdum. Henüz uyku mahmurluğunu üzerimden atamamış, sabaha başlayamazken babam sağında solunda Boni'yi ararmış gibi yapar, eline alır, "Sen yüzünü yıkamazsan Boni de seni yalar" deyip yüzüme sürter, yalama taklidi yapardı.
Babam bunu yapınca yüzümü saklar, utanır, şımarır, nazlanırdım. Bazı sabahlar güne böyle başlardım. Sabahları yüzün yıkanmasını babam bana bu şekilde öğretti. Zorlama yoktu, emir yoktu, ceza yoktu, oyunla öğretmeyi seçmişti.
Ben biraz büyüyünce benden sonra çocuk olan kuzenlerime çok sevdiğim Boni'yi vererek paylaşmayı da bu şekilde öğrenecektim.
Yıllar geçmiş, oyuncaklar eskimiş, teknoloji gelişmiş, Boni bana çocukluk anım olarak kuzenlerimden geri dönmüştü. O anda hissettiğim duygu bambaşkaydı! Çocukluğundan kalan bir anı, bir hatıra, bir oyuncak...
Yılların kiri pisi üstünden gitsin diye yıkamak için çamaşır makinesine atmıştım.  Makinenin küçük camı saman çöpleriyle kaplanmıştı. Boni yıllara dayanamamış, çürümüş, içi saman çöpleriyle doldurulduğundan her şeye bulaşmıştı. Boni, derisi yüzülmüş hayvan postu gibi dümdüzdü. Boni'den kalan parçayı tatlı bir tebessümle çöpe atmıştım. Çocukluk hatıram artık yazıyla hayat bulmuştu.
Yener Balta, 11 MART 2015

NOKTA İLE ÇİZGİ

🎈🎈🎈🎈🎈
NOKTA

Nokta, çizgiye dedi ki;
Sen bensiz olamazsın!
Çizgi, düşündü!
Bal gibi de olurum.
Olamazsın...
O lu rumm...
Senin başlangıcın benim. Bensiz bir çizgi olamazsın!, dedi nokta.
Çizgi düşündü, düşündü!..
Haklısın galiba, dedi noktaya.
Ama istesem senden yapabilirim.
Nasıl? Dedi nokta.
Bak şimdi!
İşte bir nokta. (Küçük bir spiral çizdi.)
Nokta buna kahkahalarla güldü.
Bu bir nokta değil.
Çizgi şaşkın şaşkın baktı.
Bu bir spiral, dedi nokta.
Çizgi, noktasının kabul görmediğine üzüldü.
Madem öyle bak şimdi, dedi çizgi.
Aklına yeni bir fikir geldi.
Bir yuvarlak çizdi. İçini karaladı çabucacık.
İşte, bu bir nokta.
Nokta gülümsedi.
Belki, dedi nokta. Ama bu içi dolu bir daire.
Çizgi başını öne eğdi. Yine nokta çizememişti.

(Dik bir çizgiyken, kıvrıldı top gibi yuvarlandı... Tam bir noktayı andırmıştı hızlı hızlı ilerlerken...)

Nokta çizginin üzülmesine dayanamadı.
Ama ben noktalardan çizgi yapabilirim, dedi nokta.
Nasıl? dedi çizgi.
Bak şimdi;
Bu bir nokta ve dümdüz çiziyorum.
Çizgi, baktı. Düşündü!..

(Boş bir kağıda kıvrılıp top gibi düştü. Bir doğru boyunca yuvarlandı. Düz çizgi oluşturdu. Arkasında kırık çizgiler bıraktı. Bir arka sayfaya eğri çizgi olarak devam etti.)

Ah senin bu hallerin dedi nokta. Gülümsedi.
Noktadan nasıl çizgi olur göstereceğim sana.
Nokta kağıda pat diye düştü. Yuvarlandı, yuvarlandı, yuvarlandı... Ardında çizgi oluşturdu.
Noktanın başı döndü.
Bak gördün mü bu bir çizgi.
Çizgi, baktı düşündü!
Sanırım haklısın, sensiz bir hiçim nokta...
Çizgi başını öne eğdi.
Aslında, dedi nokta;

Sen ve ben bir bütünüz.
Ne sen bensiz olabilirsin,
Ne de ben sensiz...

24 KASIM 2018, YENER BALTA

ŞAŞKIN ÇOCUK


🎈🎈🎈🎈🎈
ŞAŞKIN ÇOCUK


Annemle sabahları parkta yürürüz. Bazen parktaki spor aletlerinde hareketler yaparız. En çok bisiklet pedalını çevirmeyi seviyorum. Bugün de bisiklet pedalını çok çevirdim. Annem,
“Vücudumuzun her yerini çalıştırmak lazım.” demişti. Tüm hareketleri tamamladığında,
“Hadi bakalım, eve gidelim. Bu günlük bu kadar yeter.” dedi.

Eve doğru giderken yolda telaşlı bir çocuğa rastladık. Sanki bir şey kaybetmişti. Yerde bir şey arıyordu. Sağına soluna bakınıyordu. Şaşkındı. O an bizimle burun buruna geldi.
“Beş liramı düşürdüm. Gördünüz mü acaba?”
 “Hayır” anlamında başımızı sağa sola salladık. Onun o telaşlı halini görünce biz de yere baktık. Görünürde para yoktu. Ağaç dibinde yoktu. Kurumuş yaprakların arasında yoktu. Kaldırım kenarına yoktu. Park halinde duran arabanın altında yoktu. Para uçup gitmişti anlaşılan. Biz ilerledik. Siyah saçlı, kahverengi gözlü şaşkın çocuk arkada kaldı. Bir daha görsem tanır mıydım? Parasını bulur muydu?

Annemle gezmeden geliyorduk. Aradan üç-dört gün geçmiş olmalıydı. Şaşkın çocuğun parasını kaybettiği büyük ağacın oradaydık. Birkaç kez oradan geçerken aklıma gelmişti. Şaşkın çocuk parasını bulmuş muydu?

Tam o ağacın altındayken geçen arabanın geride bıraktığı esintiyle beş lira ayağıma savruldu. İnanamadım! Eğildim, parayı aldım. Annemle bir birimize baktık. Şaşırmıştık! Bu beş lira şaşkın çocuğun düşürdüğü para olmalıydı.

Etrafta şaşkın çocuğu görür müydük?
“Şaşkın çocuğu nasıl buluruz anne?”
“Bilmem ki kızım. Bekleyelim bakalım.”
“Parasını ona vermek istiyorum anne.”

Parkla evimizin arası her zaman yürüdüğümüz bir yoldu. Şaşkın çocuğu her geçtiğimizde görmeyi umut ettik. Görsek tanır mıydık? O da ayrı bir konuydu. Bulduğum parayı bozuk paraları biriktirdiğim kutuya koymuştum. Harcamak gibi bir niyetim yoktu. Şaşkın çocuğu bulmam çok zordu. Yine de dışarıdayken şaşkın çocuğu bulmak için bakıyordum.

Yine bir gün annemle market alışverişine gittik. Hava çok sıcaktı. Mahallemiz ağaçların gölgesinde serinlemişti. Güneş batmak üzereydi.

Mahallenin sessizliğini bir evin bahçesinden gelen çocuk sesleri bozdu. Çocuklar bahçede oynuyordu. Anneleri sohbet ediyordu. O an annemle göz göze geldik. Şaşkın çocuk aralarında olabilir diye aklımızdan geçti. Bahçeye doğru yöneldik. Annem, annelere,
“İyi akşamlar” dedi. Ben,
“Aranızda para kaybeden oldu mu?” diye sabırsızlanıp sordum. Çocuklar benim sesimle oyunu bıraktılar. Hepsi bana baktı. Birkaçı yok anlamında başını salladı. Birkaçı da,
“Yoo, hayır” dedi. İçlerinden biri şaşkın çocuk muydu? Sorumu bir de,
“Sokakta parasını düşüren oldu mu?” diye sordum. Şaşkın çocuk olduğunu düşündüğüm,
“Haa, evet… Ben beş liramı düşürmüştüm yolda. Evet, evet ben kaybettim.” dedi. Annesi söze karıştı.
“Senin para!..” deyip duraksadı.
“Ne zaman kaybettin oğlum?”
“Geçen gün dayım beş lira vermişti bana, anne. Sana söylememiş olmalıyım. Onunla da bakkala dondurma almaya koştum. O zaman cebimden düşmüştü.”
Annesi,
“Oğlum yalan söylemez.” dedi.
“Annem, hiç olur mu öyle şey! Kızım, ‘para kaybeden oldu mu?’ diye sordu. Oğlunuz beş lira olduğunu kendisi söyledi. Bu yeterdi.”
Annem,
“Paranı biz bulduk. Onu sana vermek isteriz.” dedi. Şaşkın çocuk yine şaşırdı. Gözleri kocaman oldu. Gülümsedi. Sevindi. Annem cüzdanından on lira çıkarttı.
“Üzerini verebilecek misin?” dedi.
“Az önce param vardı. Onunla da bunu aldım.” diyerek cips paketini gösterdi.
“Peki o zaman.” dedi annem. Annesine dönerek,
“Madem öyle, orijinal beş liran evde, size onu getirsin kızım.”
Yanlarından ayrılırken,
“Orijinal ne demek anne?” diye sormuştu şaşkın çocuk. Annesi,
“Senin düşürdüğün beş lirayı kastetti” diye açıkladı.

Elimizdeki alış-veriş çantalarını eve bıraktık. Bozuk para kutusundan kağıt beş lirayı aldım.
“Hadi bakalım” dedi annem.
“Dikkatli ol.” Pencereden bana bakıyordu annem. Bahçe kapısında beni bekliyordu şaşkın çocuk.
“Al, bu senin beş liran.” dedim. Ona doğru uzattım.
“Teşekkür ederim.” dedi şaşkın çocuk.

Şaşkın çocuğun gözleri kaybettiği beş lirasındaydı. Sanırım günler sonra kavuşması iyice şaşkına çevirmişti.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KAKAOLU KEK


🎈🎈🎈🎈🎈
KAKAOLU KEK


Okulların tatil olmasını çok seviyorum. Evde olmak hoşuma gidiyor. Annemle birlikte bugün kek yapacağız. Kakaolu keki çok seviyorum.

Keki karıştırdığımız kaba yumurtaları bu sefer ben kıracağım. Yumurtayı elime aldım. Elimde sımsıkı tuttum. Tüm gücümle sıktım.
“Ne yapıyorsun güzel kızım?
“Yumurtayı kırmaya çalışıyorum anne!”
Annem gülümsedi. Yumurtalardan birini aldı. Avucunda tüm gücüyle sıktı.
“Bak, gördün mü?”
Annem de kıramamıştı.
“Yumurtayı bu şeklide kıramayız. Yumurtanın oval şeklinden dolayı zordur güzel kızım.”
Bir kez daha denedim. Hatta iki elimle yumurtaya yüklendim. Bir türlü kıramadım.

Annem,
“İki yumurtayı bir birine vurduğunda sadece biri kırılır!” dedi. Bildik bir sesle... Öyle de oldu. Birkaç kez tık tık diye bir birine vurdum. Kırılmadı. Biraz sert vurunca biri kırıldı. Kırılan yumurtanın kabuklarını ikiye ayırdım. Yumurtanın sarısı çok güzeldi. Kaydıraktan kayar gibi kaba düştü. Dört yumurtayı da bu şekilde kırdım. Sonuncusunu kek kasesinin kenarına vurdum. Elime yumurtanın yapışkan akı bulaştı. Yapış yapış oldu elim.

Annem, yumurtaların üzerine beş fincan toz şekeri ilave etmemi söyledi. Çırpma makinesi ile karışımı çırptım. Karışım bembeyaz, köpük köpük oldu. Ardından beş fincan unu da koydum. Çırpmaya devam ettim. Kabartma tozu ve vanilyayı  serptim. Vanilya tozu burnuma kaçtı. Hapşuu. Neyse ki ağzımı kolumla kapadım. Nefis kokusunu içime çok çekmiş olmalıyım. Bir paket kakaoyu da karıştırdım. Kakao kokusu muhteşemdi.

Karışımı tepsiye dizdiğim küçük kağıt kaplara döktük. Annem tepsiyi fırına yerleştirdi. Derecesini ayarladı. Kısa zamanda vanilyanın, kakaonun mis kokusu eve yayıldı. Fırının cam kapağından kabarmasını izledim. Bazı keklerin üzeri çatladı. Kaplumbağanın kabuğuna benzettim. 40 dakika sonra kek pişmişti.

Annem dolaptan küçük kalp kalıplarını çıkardı. Kırmızı şeker hamurunu eliyle yumuşattı. Üzerinden merdaneyle geçti. Kalıplardan birini bana uzatarak,
“Sen yap bakalım” dedi.
Küçük kalp kalıbını hamura çıkardım. Harika görünüyordu.
“Hadi bakalım, tüm keklerin üzerlerini kalplerle süsle.” dedi annem.
Bittiğinde çok güzel görünüyordu kekler. Kekleri bir an uğur böceğine benzettim.

Nihayet sıra yemeğe gelmişti. Kağıdı sıyırdım, bir ısırık aldım.
“Hımm, nefis olmuş anne.”
“Yavaş ol biraz!” dedi gülümseyerek.
“Ellerine sağlık benim güzel kızım,” dedi.
“İkinci bir kek yememelisin. Akşam yemeğine az bir süre kaldı.” dedi, elimi tabağa uzattığımda.

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA

KUŞ TÜYÜ

🎈🎈🎈🎈🎈
KUŞ TÜYÜ

Mahallemizdeki evler üç katlı. Hepsinin önünde küçük bahçeleri var. Bahçeler demir parmaklıklarla çevrili. Bu parmaklıklara poşet içinde asılmış bayat ekmekleri hep görürüm. Annem bu ekmekler için,
“Ne büyük nimet ekmek! Ne israf böyle. Yazık!.. Yetecek kadarını neden almazlar ki? “der, her gördüğünde... Bizim evde ekmekler hiç atılmaz. Annem kalan ekmekleri daha sonra ısıtarak sofraya koyar. Çorbanın yanında iyi gider bu kıtır ekmekler. Bazen de ufalar köftenin içine koyar.

Bu bayat ekmekleri her gün toplayan yaşlı bir amca var. Bugün de onunla parkta karşılaştık. Çoktan kuru ekmekleri küçük parçalara ayırmış bile. Su dolu kabın içinde ıslatmış. Yaşlı amca hiç kıpırdamadan bankta oturuyor. Çevrede olan biten hiç dikkatini çekmiyor. Güvercinlerin yarışırcasına ekmekleri kapışmalarını izliyor. Bundan büyük keyif alıyor anlaşılan. O an orada sadece güvercinler ve kendisi var.

Güvercinlerin, serçelerin, saksağanların olduğu yerde rastlamamak mümkün mü? Kuşlar uçar da, tüyleri dökülmez mi? Merak ettiniz değil mi neden bahsediyorum!

Parkta gördüğüm her teleği eğilip alıyorum. Dökülen teleklerin avcısı oldum adeta. Annem yürüyüşte çok sık arkada kaldığım için hızlı yürüyemiyor.

Bir keresinde döne döne süzülen telek ayağımın üzerine kondu. Eğilip aldım. Yumuşacıktı. İncecik tüyler bir bütünü oluşturuyor. Elimin hareketiyle ışıkta renkten renge dönüştü. Ne de güzel parlıyor. Fosforlu  her tonu. Teleğin ne olduğunu açıklamama gerek kalmadı sanırım, değil mi? Telek, kuşların her bir tüyüne verilen isimdir. Telek kelimesini aklımda tutmak için elek elek diye tekrarlayıp durmuştum. Böylelikle telek kelimesi çabucacık aklıma geliyordu. Artık öğrendim, unutmuyorum.

Topladıklarımı bir kutuda biriktiriyorum. Bunları toplayıp ne mi yapıyorum? Merak edeceğinizi biliyordum.

Babam kuş fotoğrafçılığı yapıyor. Ben de kuşlara merak saldım. Hatta birkaç kez babamla birlikte kuş çekimine ben de gittim. “Bu iş sabır gerektiren bir iş kızım!” demişti babam.

Hafta sonları babam, kuş çekimine gideceği gün sabah erkenden evden çıkar. Göl evimizden biraz uzak. Kuşların güne beslenerek başladıklarını söyler. Çalılıklardan, yuvalarından çıktıkları için fotoğraflamak daha kolaymış. Çoğunun adlarını ben bile öğrendim. Kızıl gerdan, bıyıklı baştankara, arı kuşu, ak kuyruksallayan,  yalıçapkını… Ne garip isimler bunlar değil mi? Baykuş var da, neden bayankuş yok örneğin?

Babam, bahçedeki erik ağacının dalına küçük bir sepet asmıştı. İçine de ayçekirdeği koymuştu. Bana da bu ağacı gözlememi söylemişti.
“Bak göreceksin, kuşlar gelip bu çekirdeklerle beslenecekler. Ama biraz sabretmelisin...”
Uzun bir süre gözledim ağaca gelecek olan kuşları...
Tam umudumu kesmişken, bir gün birden erik ağacından kuş cıvıltısı geldi. Sessizce perdenin arkasından baktım. Gözlerime inanamadım. Koşarak babamın yanına gittim. Döndüğümüzde çoktan kuş uçmuştu...
“Serçe büyüklüğündeydi.” dedim babama.
“Kafasının ön kısmı kırmızı,  iki yanı beyaz ve tepesi siyah renkti. Kanatlarında sarı, siyah ve beyaz tüyler vardı.” diye anlattım babama.
Babam biraz düşündü!..
“Hımm, bu tarifin saka kuşuna benziyor kızım” dedi.
“Saka, nadir bulunan kuşlardan. Nesli tükenmek üzere!”
“Neden nesli tükeniyor baba?”
“İnsanlar avlıyor, kafeste besliyor, hatta satıyorlar da ondan” dedi babam.
“Üremelerine fırsat kalmıyor, nesilleri tükeniyor. Hatta bu kuşlar koruma altında. Avlanması, satılması yasak kızım...” dedikten sonra,
 “Svililip, svilit, tililip, trili...” deyip kollarını kanat çırpar gibi yapıp beni güldürdü.

Kuşları kafese neden koyarlar ki, doğa onların evi oysa ki...                           

Babamla, çektiği kuş fotoğraflarına birlikte bakarız. Gördüğüm kuşların resimlerini yapmayı çok seviyorum. Yaptığım kuş resimlerinin, gövde, kanat ve kuyruklarını bu topladığım telekleri yapıştırarak yapıyorum. Çok güzel görünüyor kuş resimlerim. Annem ve babam,
“Bunlar çok güzel resimler,” deyip beğeniyorlar her yaptığımda. Birkaçını çerçeveletip duvara astık. Sanırım bu gidişle evimizdeki bir duvar benim kuş resimlerimle dolacak.

“Nasıl olmuş, siz de beğendiniz mi?”

21 TEMMUZ 2018,
YENER BALTA