KIZIL TOPRAK
Hiç unutmuyorum!.. Kapıya geldiğimizde önce ağıt sesleri karşılamıştı bizi. Neyse ki kapının zili içeriden duyulmuştu. Kapı açıldığında evin büyük kızı koridorda, dizlerinin üzerinde bir o yana bir bu yana dövünüp duruyordu.
Başındaki siyah örtüsü kaymış, saçları yolunmaktan didik didik olmuştu. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Evde yas vardı, evin annesi Allah’ın rahmetine kavuşmuş, acısı dayanılmaz olmuştu. (Bu görüntüden sonra babam bana, "bu şekilde ağıt yakmayın!" diye, ilk vasiyetini etmişti.)
Salonda gelenlere koltuklar yetmemiş, kalan boşluklara sandalyeler dizilmişti. Sayamayacağım bir kalabalık hakimdi evin içerisinde...
Mutfakta tepsi tepsi baklavalar, dizi dizi lahmacunlar, tepsi tepsi patlıcan kebapları ve daha şu an hatırlayamadığım birçok yiyecek vardı. Hiçbir yere sığmamıştı gelen yiyecekler...
Ben, annem, babam taziye ziyaretinde bulunmuştuk. Hem de Ankara'dan memleketimize giderek... Başımız sağolsundu!..
Toprağa yeni verilmiş, mezarlıktan gelinmişti. Gidenin acısına dayanabilenler gelenlere tabaklarda yemek ikram ederken, kimileri uzun zamandır birbirlerini görmediğinden başsağlığı ziyareti hasret gidermeye de vesile olmuştu.
Yedi çocuk anasıydı giden yakınımız. Okuması yazması olmasa da gördüğü bildiği kendine yeterdi.
Amansız hastalık kendisini çok önceleri yakalamıştı. Acısı dayanılmazdı. Geri dönüşü olmayan o hastalık için çok geç kalınmıştı.
Çok çekti!.. Çok çekti diyorum çünkü; hastalık süresince tedaviye, kontrole, çok sık Ankara'ya, bize gelirlerdi. Tedavi süresince bizde kalır, kimi gün iyi kimi gün kötü günlerini geçirirdi. Bu gelişler günle sınırlanmayıp, neredeyse ayları bulurdu. Kendisi, kızı, bazı zamanlar oğlu, bir kişi için birçok kişi seferber olurdu. Hastane işi zordu. Kızının küçük kızı da bakacak kimsesi olmadığı zamanlar birlikte gelirdi.
Evimizin düzeni bozulurdu! "Yemek masada yenmez, günah olur!" deyip, bizim evde kendi kuralını koymaya çalışır, yere sofra açılır, onun çevresine oturur yemek ne ise yenirdi.
Bir keresinde sofraya elimi sildim diye, beni azarlamış, "el sofraya silinmez, günah olur!" demişti.
En sevdiğimiz kedimiz Sümbül'e, "Sümbül'den de isim mi olurmuş, bunun adı 'Mestan' olsun!" deyip biz kabullenmediğimiz halde kedimize kendi koyduğu isimle seslenirdi.
Ankara'nın ne etini, ne suyunu ne de ekmeğini beğenmezdi. İlle memleketinden gelsin isterdi.
Bir gün kızı; "Bu yaz sıcağında et nasıl gelir? Daha otobüse konmadan bozulur!" diyerek, mahalle kasabından bir but alıp annesine, "İşte et geldi" diye götürmüştü.
Garibim “Toprağımın…" diye seve seve yemişti o etle yapılan yemeği...
Benim yatağım nedense onun yatağı olurdu her gelişlerinde. Bizim odamızı bizle paylaşır, o uyuyor diye kendi evimizde ses edemezdik.
En son gelişinde yine benim yatağımda acılar içinde kıvrandığını, yapılan morfinin bile acısını kesmediğini, "söylen, söylen..." deyişi o an gibi kulaklarımda şu an için...
Sürekli bu kelimeleri yineleyip durmuştu, neredeyse sabaha kadar.
O gelişi son olmuştu, gittiğinden kısa bir süre sonra acısı sonsuza dek dinmiş, hayata gözlerini yummuştu. Üzülmüştüm, ne kadar karışsa da, ne kadar benim yatağımda yatsa da, ne kadar sözünü geçirmeye çalışsa da severdim...
Taziye ziyareti bitmiş, kalkma vakti gelmişti. Teyzemlere gidip o gün onların misafiri olacaktık. Evin diğer kızı anneme, "yiyecek o kadar çok ki, biraz versem götürseniz, sevap etmiş oluruz hem de" demişti. Annem de kırmamış kabul etmişti.
Konan yemek öyle böyle değil koca bir çuvaldı. Evin oğlu arabaya indirmiş, bizi de gideceğimiz yere kadar götürmüştü.
Teyzemde, çuvaldaki yiyecekler bozulmasın diye dolaba koymak için çuvalın ağzı açıldığında şaşkınlığını gizleyememişti annem!.. "Beh kele" demişti koyu şivesiyle...
O an ne olduğunu anlamayıp, şaşmış, şaşkınlığımız gülme krizine dönmüştü. Bir çuval dolusu kırmızı toprak ne diye buraya kadar gelmişti!..
Daha sonra ne olduğunu aranan telefonla anlamıştık! Kendi bağının kızıl toprağını bir çuvala doldurmuş, mezarının üzerine serpmek için getirmişlerdi...
YENER BALTA, 15 MAYIS 2013
+
Yener,
Öykünü çok usta bir yazarın öyküsü gibi başarılı buldum. Öykülerde sonuç çarpıcı olur… Bu da öyle olmuş…
Bu öyküden kimsenin rahatsız olacağı bir durum yok. İstediğin yerde yayınlayabilirsin…
Emekliliğinde öyküler yazarak ek gelir sağlayabilirsin…
Yeter ki bu işin peşini bırakma…
Hayri Balta, 15.5.2013