ADD’NİN KURUCU ÜYELERİ
Geçen yıl
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin düzenlediği 25. Yıl Şöleni kutlamalarına babamın
da davet edilmesiyle birlikte katılmıştık. Hastalığından dolayı pek dışarı
çıkamayan babam bu etkinliğe katılmak istemişti.
Nazım Hikmet Kültür
Merkezi’nde olan programda, babam salona girdiğinde protokolde oturacağından
emin en ön sıraya giderken, görevli bize en sağ bölümdeki koltukların üçüncü
sırasını göstermişti. Bu duruma bir anlam verememiştik.
Oturduğumuz
koltuğun yanında babamı Batıkent şubesinden tanıdığı bir kişi selamlamış, hal
hatır sorulduktan sonra babam yanında getirdiği son basılan kitabından vererek,
“bakalım kitabımı nasıl bulacaksınız?” diyerek uzatmıştı. Almış kabul edilmişti
ama, “elimde okunacak o kadar kitap var ki!.., diyerek babamın kendisine
verdiği değeri, kendisi babamın kitabına okurum elbette diyemeyerek
gösterememişti. Dağıtmak için yanımızda götürdüğümüz kitapları eve geri
getirmiştik.
Program başlamıştı. Saygı duruşu ve
İstiklal Marşı’ndan sonra dernek başkanı konuşmuş, slayt gösterisi ile programın
akışı ilerlerken, gitar eşliğinde şiirler okunmuş zaman ilerlemişti.
Babam,
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu üyelerindendi. Hatta derneği nasıl kurmaya
karar verdiklerini, Atatürk’ün düşüncesi, ilke ve devrimlerini, dünya
görüşünden dolayı ne kadar önemli bir karar olduğunu bir yazısında anlatmıştı. Derneğin
kurulduğu ilk yılında genel sekreterlik görevini üstlense de sağlığının
bozulmasıyla bu görevi sürdürememişti.
1962 yılında
babam, aleyhinde açılan bir davada iftiraya uğramış, mahkeme kararı sonucunda
da “Atatürkçü ve Aydın” ünvanını alan tek kişi olmuştu. Derneği kuranlar
arasında olmak ayrıca babam için bu karardan dolayı önemliydi.
Kurucu üyelerinin
en tanınmış isimleri vurularak ya da katledilerek öldürülmüştü. Saygımız sonsuz
olan bu kişilere öncelik verilmiş slayt gösterileri eşliğinde özgeçmişlerinden
bahsedilmişti. Programın akışı devamında kurucu üyelerinin geriye kalanlarının
isimleri büyüklü küçüklü yazı akışı olarak slayt görüntüsünde geçmişti. Bu yazı
akışında zorlanarak babamın adını görmüştüm. Sahnenin uzaklığından dolayı gözleri
iyi seçemeyen babam, “benim adım da var mı kızım?” diye sormuştu. Küçük de olsa
bir kez rastlamıştım babamın adına. Üzülmüş olmalıydı!..
Tören beklediği gibi ilerlemiyordu. Babam;
“Anlaşıldı!.. Hadi gidelim kızım, adımız bile anılmıyor baksana!” diyerek üzüntüsünü
dile getirmişti. Sessizce ayrılmıştık salondan...
***
Bundan yaklaşık on beş gün önce cep
telefonumdan bilmediğim bir numaradan aranmıştım. Atatürkçü Düşünce
Derneği’nden aranıyordum! Arayan sekreter hanımdı. Öncelikle üzüntülerini
belirterek başsağlığı dilemişti. 30 Ekim’de aramızdan ayrılan kurucu üyelerimiz
için anma töreni yapılacağını, kaybettiklerimizin anısına yakınlarına plaket
verileceğini söylemişti. Katılacağımı belirtmiştim.
Gün gelmiş, hüzünlü ve heyecanlı törene
gitmek için hazırlanmıştım. Kapıdaki görevliye ismimi söylemiştim. Elindeki
listede ismimi bularak en ön sırada, protokolde istediğim yere oturabileceğimi
söylemişti.
Siyah kurdeleli kırmızı karanfiller, beyaz
zarfın üzerinde yas tutarcasına duruyordu sıra verdi koltukların üzerinde...
Buruk bir ifade ile oturmuştum Ankara Konuk Evi’nin salonunda... Salonda tarihin
izleri silinmemiş, Ata’mızın bu mekanda bulunmuş olmasını düşünmek bile beni
büyülemişti.
Tören yine saygı duruşu ve İstiklal Marşı
ile başlamıştı. Giriş ve açılış konuşmasından sonra kurucu üyelerinin isimleri okunmuş,
babamla birlikte birkaç kurucu üyelerinin isimlerinin başına ünvanları
söylenmeden geçilmişti. Neredeyse tüm üyeler belli bir saygınlığı olan hukuk
adamıydı. Düşüncesi adına onca insanın canına kıyanlar lanetlenmiş, yaşamının
bir yerinde hayatları son bulmuş düşün insanları buruk anılmıştı. Yine kurucu
üyelerinin özgeçmişleri slayt eşliğinde gösteriliyordu. Babama sıra geldiğinde
görüntülemek için fotoğraf makinemi hazırlamıştım. Beklentim üzüntü ile son
bulmuştu.
Yine ünvansız
ismi okunan babam için ayağa kalkmış kürsü önünde verilen plaketi almıştım.
Yerime oturduğumda göz yaşlarıma hakim olamamıştım. Yanımda oturan yaşça benden
büyük bayan bana doğru eğilerek, “bu gurura kolay kolay kimse layık olamaz
kızım!” demiş beni teselli etmek istemişti. Daha da duygulanmıştım...
Plaketin
üzerinde, “Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 25. Yılında, kurucu üye olarak
bugünleri öngörerek cesaret ve özveriyle derneğimizi kurduğunuz için
şükranlarımızı sunarız.” yazılıydı. Keşke bu şükranlarını babam sağken sunsalardı,
keşke verdikleri değeri babam kendisi hissetseydi, keşke o protokolde oturmayı babama
layık görebilselerdi... Artık çok geçti. Nedense bazı kişilerin değeri
kaybedilince anlaşıldığından (acaba anlaşılmış mıydı!) hüzünlenmiş, babamın
yokluğu o an burnumu sızlatmıştı.
YENER BALTA,
3 KASIM 2015