A BEY
Sekreter açmıştı kapıyı. İçerisi kalabalıktı.
Sekreterin konudan haberi vardı. Beni görünce işte A bey burada oturuyor
diyerek göstermişti. Kapı girişine yakın olan A bey’e de beni göstermişti. A
bey ayağa kaltı. Selamlayıp tokalaştı.
Salonda toplantı olduğundan sekreterin odasına
geçtik. Hiçbir şey konuşmadan vestiyere yöneldi. Asılı olan paltosunun
ceplerini karıştırdı. Bir şey arıyordu. Aradığını bulmuştu. Avucunu açtı.
Elindekini bana gösterdi. Bu iri bir cevizdi. Daha önce hiç bu kadar büyük
ceviz görmemiştim.
“Bu benim bahçemden!.. Bunun ağacı Niğde’de. Her
yıl tohum olsun diye dağıtmaktan bu cevizlerden pek yiyemem. Bunu,” dedi cevizi
yatay çevirerek,
“Şöyle koyacaksın. Buradan mı, buradan mı filiz verecek
bilemeyiz.” Dedi her iki uç kısmı göstererek.
“Toprağa yatay koyacaksın. İlkin bir gün suda
beklet. Büyükçe bir saksıya koy. Üzerini 10 cm toprakla kapat. Ha bu arada bir
tane çiğ yumurta göm cevizin dibine. O cevizi uzunca bir zaman besleyecektir.
Toprağı da hep az nemli tut. O çıkar...” dedi.
“Nerede dikeceksin?”diye sordu.
“Bodrum’ da” dedim.
“O iklimde olmaz. Denizden en az 400 metre
yükseklikte olmalı,” dedi.
“Denizden oldukça uzaktayız. Daha önce de iki ceviz
diktim. Her ikisi de tuttu. Mevsim gereği yapraklarını dökse de canlılar,“
dedim.
“Bu çok iyi,” dedi.
Asıl konuya geçmiştik. Babamın kitaplarıydı!
Telefonda konuşmuştuk uzunca.
ADD’nin kurucu üyelerinden biri de babamdı. Babamın
yazıp birlikte bastırdığı kitaplardan birer tane daha önce arkadaşı aracılığı
ile yollamıştım. Eski yönetimin kitaplıktaki birçok kitapla kaybolduklarını,
yeni başkan daha önce birer tane daha bırakmak için geldiğimde bana
açıklamıştı.
A bey, kitaplıktan babamın yazdığı altı ciltlik
Allah denince adlı kitapları almış, bu kitapların kendisinde de olmasını
istiyordu.
“80 yaşımdayım. Ben böyle bir kitabı hayatım
boyunca daha önce hiç okumadım. Hayranlık içerisinde birinci kitabı okudum.
Babanız benim düşüncelerimi kitaba almış sanki. Böyle bir kitabı yazmak, çok
araştırma ister, çok birikim ister, herkes yazamaz böyle bir kitabı. Öyle
değerli bilgiler taşıyor ki...” dedi. Gözlerim dolu dolu olmuştu.
“Bu kitaplardan nasıl edinirim diye çok uğraştım.
Sahafları gezdim. Ankara’da ki birçok kitapçıya gittim. Yayınevlerini dolaştım.
Milli kütüphaneye bile gittim. Yok!.. Fotokopi ile çoğaltayım dedim, o da
olmadı. Bastırmak için matbaaya bile gittim. Bu kitaplar bizim başımıza iş açar
dediler. Dernek aracılığı ile size ulaştım,” dedi.
“İyi de ettiniz, bir tek benden bulabilirdiniz. Ben
sizin için o kitapları getireceğim. Babamın evine gideceğim. Orada kalmışsa
getireceğim. Yoksa biraz zaman alsa da sizin için tekrar bastıracağım,” dedim.
Çok mutlu olacağını, çok sevineceğini dile getirdi.
“Bu kitaplar öyle değerli ki benim için size
anlatamam. Babanızı tanıyorum, birkaç kez karşılaşmıştık. Çok değerli eserler
bırakmış babanız size. Maalesef bunları anlayacak çok az insan var. Bunları
gençlere okutmak lazım. Yarınlar onlar çünkü!..” dedi.
Birkaç kişinin daha bu kitapları okumak
istediğinden bahsetti. Üç seri daha edinirse memnun olacağını söyledi.
Babamın evinde kalan kitapları olabildiğince
herkese, her yerlere dağıtmıştım. Babam böyle istemişti. Yetmediğinde de çoğaltıyordum. Allah denince
kitap kalmamıştı. Bende ve babamın evinde ikişer adet tümünden seri halinde
vardı ama onları bozamazdım. Yakın arkadaşımın kitaplığında ilk üçünü
bulmuştuk. Diğer üçü de ne tesadüftür ki, Bodrum’da dağıtmak üzere ayırdığım
kitapların arasında bulmuştuk. O sırada Bodrum’da olan ablamdan bakıp
postalamasını istemiştim. Böylelikle bir seriyi toparlamıştık.
A bey’le telefonlaşıp tekrar ADD’de buluştuk. Bana
kaplan cevizi tohumundan sonra, bahçesinden yaptığı dut pekmezinden, ağacından
topladığı ıhlamurdan getirmişti.
A bey’den yaşamından kesitleri öykü tadında
dinledim. Ne güzel hayatlar, ne büyük birikim, ne aydın düşünceler...
Dostluğumuzun burada kalmayacağını daha güzel günlerde buluşmak için haberleşmek
üzere ayrıldık.
19 OCAK 2019, YENER BALTA