13 Mart 2019 Çarşamba

DOĞADAYIM


DOĞADAYIM

Bir avuç dolusu kabuklu yer fıstığı
O kadar ganimeti Alakarganın.
Kapının boşluğuna denk gelen aralıkta,
Duran sepete biri gelip biri gidiyor.
Daha çok da sonrası için...
Toprağa,
Çiçek dibine,
Ağaç kavuğuna saklamaktalar...
Bazen bir çocuk aguklaması,
Bazen yavru kedi miyavlaması,
Bazen de karga gaklaması gibi çıkan ses.
Mavi, siyah ve beyazın kanat kısmındaki birleşimi
Bir başka güzel...
Bahar tüm hızı ve heyecanı ile sürüyor.
Keşke daha uzun sürse bahar.
Hep açık kalsa çiçekler.
Limon çiçeğinin kokusu burnumda.
Nasıl da iddialı!..
Ağaçlar hep yaprağa dursa.
Mis gibi koksa bahar,
Umutlu,
Mutlu,
Sevinçli...
Bazen seyrine doyamadığım gelinciğe,
Nereden aldın bu güzelliği,
Kırmızını?
Demek geçiyor içimden.
Beyaz lalenin rüzgarda süzülüşüne hayranım.
Meğer, ne uzun ömürleri varmış,
Dalında,
Toprağında çiçeklerin...
Her bir başka renk
Toprağa gömdüm,
Bir bir çıktılar,
Salındılar ya dalında...
Her sabah penceremden
Günaydın diyorum onlara...
Dala asılı küçük sepetteki çekirdek
Büyükbaştan Karanın vazgeçilmezi
Melodik ötüşüyle,
Selamlıyor doğayı...
Her rastladığımda,
Her duyuşumda,
Heyecan duyduğum o küçük mutlluluk.
Ne mucizevi bir can!
Başındaki kara siyahtan almış adını.
Küf yeşil griliği,
Sıcak sarı gövdesi,
Gidip gelip yiyorlar çekirdeği,
Ortasından delerek.

16 Mart 2018, YENER BALTA


5 Haziran 2018 Salı

ANNELER GÜNÜ


ANNELER GÜNÜ

Madem öyle, geçmişe gidiyoruz...

Anne!
Annem...
Geçmiş!..

Ne acı, anneyi geçmişte bırakmak. Anılarda, sızılarda ve bazen güzel anlarda kalanın anne olması. Gün gelip anneler günü adı altında anılması...

Bazen yaşanan bir anda, bazen verdiği bir nasihatte, bazen pişirdiği yemeğin tadını yakaladığımda, bazen bir hareketimde annemi buluyorum kendimde.

1975 yılları olsa gerek. Kirazlı eteğimi annem dikmişti. Kiraz apliklerini de kendi yapmıştı. İki yanda duran küçük ceplerinin üzerine işlemişti. Çok severdim bu eteğimi çok... Beyaz, kolları fırfırlı, fırfırının kenarı fistolu gömleğimi de annem dikmişti yine. Kim bilir; babamın yakası ve dirseği yıpranmış, hangi gömleğine hayat vermişti bana biçerek.

Bizleri güzel giydirmeyi çok severdi. Dikip giydirdiğinde yaptığı işe beğeniyle bakardı. Annem terziydi. Hem de usta terzi. Çocuk yaşında ustasının yanında öğrenmiş, sonra kendisi ustaların ustası olmuştu. Gelinlikten abiyeye, basmadan, kaşeye her türlü kumaş hayat bulurdu annemin ellerinde. Annem her birimizin dikiş öğrenmesini isterdi. Ufak bir işin altından kalkmamızı düşündüğü içindi. Nasıl olmuşsa hepimiz bir şekilde öğrenmişiz annemizden. Onun teyellerini yaparak, kumaş biçerken yayında durarak, bazen bol teyellerini çizdiği sabun çizgisinin üzerinden alarak... Bazen toplu iğneyi hazırlayıp ona uzatırken... (Bakmadan aldığı için mıknatıslı iğne kutusunda parmaklarına batardı.  Prova yaptığı zaman da, prova olan iğneyi hazırlardı.)

Dikiş makinesine oturmamıza zamanı gelince izin verirdi. İki çuval kumaş vardı diktiklerinden artan. Minik parçalar bile zamanı gelince yerini bulurdu elbet. Bu kumaşlar bize serbestti. Makineyi kullanmayı öğrenmemiz için parça bohçaları, tutacaklar ilk işlerimiz olurdu. Mutfakta kullanınca çok hoşuma giderdi. Görenler, “bana da diker misin?” dediğinde bu bir onurdu benim için...

“Bu” derdi, makineyi göstererek; “ben ölünce senin!” Kumaşa hayat verdiği, baş tacı dikiş makinesi için.

Evlenirken” lazım olur” diye aldığı ilk dikiş makinesini de bana vermişti. “İşine yarar bu, ne kadar antika değerinde olsa da” deyip. Hala o makineyi kullanmaktayım. Masa üzerine konup, motorlu, çalışması için bir dili olan ve o parçayı dizle ittiğinde çalışan. Tıkır tıkır dikiyorum kumaşlarımı.

Şu an annemin dikişle geçen günleri aklıma geldi. Ne çok geleni vardı. Ziyarete gelenin bile elinde anneme yaptıracak işi olurdu nedense!.. Yufka yürekli annem ne karşılığındaydı, ne de zahmetinde... Yetmez, bir de gelene gösterirdi nasıl yapılacağını... El tutmaz, gözü görmez, dermanı kalmaz olunca o gelenlerinde ardı kesildi!..

Hani derler ya, “anaların hakkı ödenmez” çok doğru. Kıymetini bilin yanınızdayken annenizin, benden söylemesi.

Nur içinde yat canım annem.

13 MAYIS 2018
YENER BALTA



1973-75 yılları. Ankara, Yenimahalle

7.Durak arkasında annemin teyzesinin oğlunun (Metin Kalelioğlu) evi.
Şimdi hepsi aramızdan ayrılan büyüklerimiz...







1 Haziran 2018 Cuma

BAHÇENİN GÜNLÜĞÜ


BAHÇENİN GÜNLÜĞÜ

Bugün şeftalinin ilk çiçekleri açtı. Beşi geçmez. 

Asmayı her gün budayalım deyip de yapraklarına tomurcuk verdiği zamanda kesince, su yürümüş dallarından günlerce su damladı. Budama işi de yarım kaldı. Yarışırcasına yaprağa durdu. Işığın yansımasıyla damarlarına kadar seçebiliyorsun.

İlk çiçeklerini açan erik oldu bahçede. Onlar çiçeklerini rüzgara bırakıp döktüler. Arılar çok çalıştı çiçeklerinde. Her yıl keselim denen erik ağacının bu yıl meyveleri mini minnacık belli olmaya başladı.

Şeftali geçen yıl çoştu da çoştu. Dalı taşımadı da destek koyduk bir dalına. Dağıta dağıta bitiremedik komşulara. Her gün birkaç tane ılık ılık dalından koparıp yemenin zevki bambaşka. Bu yıl da aynı çoklukta verecek mi bakalım.

Birçok çam ağacının çekirdeğini filizlendirmiş. 4-5 tanesini fidelemiştim.

İçlerinden bir kaldı hayatta. Bu yıl da iki katı boy attı.
Ya limon çekirdeklerimden filizleyip fidelediğim limonlarım... Dördü hayatta. Biri saksıda, üçü dip dibe toprakta... Bu yıl da hem çam fıstığı, hem de limon çekirdeği toprağa gömdüm. Küçük kaplara.

Limonu hazır almıştık, o iki yıldır bocalayıp duruyor. Bu yıl açan çiçeği dalında durdu. Eğilip kokladım çiçeğini, kokusu burnumda kaldı. Ne heyecan verici...

Ya ala karga, gelip gitmekten helak oldular. Veranda da duran sepete koyduğum yer fıstıklarını taşıyıp taşıyıp durdular. Çift gezen Alakargalar yuva yapma telaşındalar. Palmiye ağacının yaprak uçlarındaki kıl kıl olmuş lifli hallerini yolup yolup götürmekteler.

Büyükbaştan Kara için ağaca taktığım sepete çekirdek koymaktayım. Onlar da bana şan şakrak şirin ötüşlerini hediye ediyorlar, dala konduklarında. Rüzgarın sayesinde sepette ne kadar çekirdek varsa toprakta filizleniyor. Yazın bahçe minik bir çekirdek bahçesine dönüşecek, geçen yıllarda olduğu gibi.

Nane kendi kendine yürüdü gitti. Ben de alanı daraltayım diye kökleriyle söküp komşu bahçelere diktim. Bahçelerdeki naneler tuttu, gürleşti bile.

Bahçenin kuzey kısmına soğan, patates, ay çekirdeği gömdüm. Soğanlar güneşi yakalamak için aceleci davranıyorlar. Kışın başında gömdüğümüz soğanların dalında salyangozlar konaklamakta. Naneleri biçip kurutmak lazım artık. Çoğaldılar...

Bu yıl yine deniyorum. Su kabaklarını geçen yıl yetiştiremedik. Bu yıl kapta fideleyeceğim ilkin. Geri kalan kabağın çekirdeklerinin tümünü komşu bahçelerinin kenar köşesine serpiştiriverdim. Kırmızı ve yeşil biberlerde ektik fidelemek için. Şeftalinin budanan birkaç dalını fide için toprağa gömdük.

Komşunun iki yıl önce verdiği nar dalı şimdi küçük bir ağaca dönüşmek üzere. Onu da saksıdan toprağa taşıdık.

İki de iğde fidemiz var. Birinin üç dalı, üzerinde taze yeşil minik yaprakları belirmekte.
Saksıda bolca kaktüs, sedim ve benzeri bitki yetiştirip çoğaltmaktayım. Onların çiçek açışını görmek çok keyifli...

19 MART 2018
YENER BALTA

HEVESİMİ KAÇIRDILAR


HEVESİMİ KAÇIRDILAR

Hem de çok. Yazıda bulurum kendimi. Satırlarda kaybolurum. İçimden geleni yazıya dökmek rahatlatır.

O çok bilir okuyanlar, beni uzaklaştırdılar. Yok yok tabi ki beni etkilememeli, onu biliyorum.

Babamın şu sözü aklıma gelince rahatlıyorum. “Kim ne derse desin yazmaktan vazgeçme kızım.”

Bu sözü yeter bana babamın... O da aynı süreçten geçti, biliyorum. Biliyor ki söylüyor.

Herkes her şeyi bildiğinden öyle emin ki!..

Duyguların yazıya dökülmesi farklı bir durum. Kafada bin bir düşünce varken, bir süzgeçten geçirip yazıya dökmek duyguları, düşünceleri. Bunu yapabilen için kolay, yapamayan için zor... Belki de yazanlar zoru başarıyorlar.

Bir yandan da bakıyorsun, herkes yazıyor!

Bu durumun aynısı çocuk kitabı resimlerken de oldu.
“Gereksiz lekelere gerek yok!” dedi bir değerlendiren. Küçük tiplemenin yanaklarındaki iki pembe yuvarlak için. Sayısız çizeri izlemekteyim. O iki yuvarlak neredeyse tümünde...

Bazı bilenlere resimleyeceğim, öykü yarışmasına katılacağım yazılarımı yolladım. Onu çıkaralım, buna gerek yok, bunu niçin koydun, bu böyle olsa ne dersin gibi eleştirilerle öyküler öykülükten çıktı. Bu bir çoğunda benzer şekilde sürdü.

Çocuk resimlemeleri için de aynısı geçerli. Çocuk bundan anlar mı? Bu kelimeyi nereden bilsin. Bu çocuğu ürkütür. Sonuç böyle mi bitmeli?

Çoğunda haklı olabilirler, heves kaçıranlar. Bazı durumlarda eli kolu bağlıyor bu yorumlar. Hevesle başlayıp bitirdiğin çalışma ite kaka ilerliyor. Bu da beni engelliyor.

Buraları geçtim. Bir şekilde okuyarak, araştırarak, öğrenerek deneyimlerle aşabilirim. Gel gelelim en zor aşama. Hem benim çocuk kitaplarımda, hem öykülerimde, hem de babamın kitaplarında bir adım ilerleyemedim.

Babamın kitapları için çabalıyorum. Çünkü ben, kendiminkiler için o kadar iddialı değilim. Ama babamın kitapları için bir şeyler yapmalıyım. Babam bir umutla yazdı. “Bir gün yazdıklarım için kapınızı çalacaklar!” derken öyle emindi ki... Zaten son zamanlardaki çabası da bundandı. Öyle programlı çalışıyordu ki...
Birkaç yer ile görüştüm kitapları için. Birinde yaklaşık bir yılı kapsayan bir süreçte heyecanla bekledim. Hala da sonuçlanmadı ama sonuç belli...

Yayınlayacağından çok emin olduğum bir yayınevi de sadece babamın kitaplığı ile ilgilendi. Sandım ki tümünü basarız diyecek. Hatta babamın kitapları için, “tümü bir kitapta toplanabilir!..” dedi.

Editöre bahane, dağıtımcıya mazeretler...

5 NİSAN 2018
YENER BALTA