CANIM ANNEM,
2 Şubat 2007
Bugün seni oraya bırakalı 16. gün anne. Gün geçtikçe daha
bir acı koyuyor bana yokluğun.
Senin apar topar gidişinin ardından tüm seni tanıyanlar
senin arkandan acımızı paylaşmak için bizi yalnız bırakmadılar. Seni sağlığında
bile zaman bulup gelemeyenler, senin yokluğunda seni ziyarete geldiler. Keşke o
yalnızlığını paylaşabilselerdi senin varlığında...
O ne olduğunu anlamadığımız günler yerini sessizliğe
bıraktı. Hepimiz evlerimize döndük tekrar. Tekrar kaldığımız yerden devam
ediyoruz anne senin yokluğunla. Buna inanamıyorum, bunu bir rüya olarak kabul
ediyorum. Yakıştıramıyorum ölümü sana anne.
Bazen babama kızdığında, bırakır giderdin ya hani biz
küçükken. Sanki o günlerden biriymiş gibi geliyor anne. Tıpkı döndüğünde biraz
rahat edesin, biraz mutlu olasın diye evle ilgili her şeyi yaptık anne.
Ama sen bu sefer dönmeyeceksin.
Hep başkaları annelerini kaybederdi. Ben seni kaybetmeyi hiç
düşünmedim. Hele şu son zamanlarda ki paylaşımlarımız daha bir arkadaş, daha
bir dostça idi seninle. Nice sırlar paylaştık aramızda kalan ve kalacak olan.
Kimilerine kırılmıştın oysa ki, birini bile dillendirmedin. Kimilerini çok
sevdin dilinden eksik etmedin.
Ölüm kelimesi çok yavan, çok acı, çok karanlık geliyor bana
kullanamıyorum, ne dilim varıyor ne de parmaklarım... Anlamını yüklenmese de
yerine kullandığım kelimeler, ısrarlıyım.
Sizleri kaybetmeyi aklıma getirdiğimde sizden önce
tanımadığım, duygusal olarak bağlı olmadığım birilerinin gidişi ile tanışmayı
düşündüm hep. Ama sen benden önce davranıp bana bu acıyı gidişinle tanıttın.
21 Aralık 2006 sabahı hastaneye gittik güle oynaya,
acılarını bir anlığına unutarak. Gidiş geliş zorlamasın diye yatarak
kontrollerini yaptırmaktı amacımız. Böylesi daha iyi olacaktı hepimiz için,
özelliklede senin için, ama çıkışının bu şekilde olacağı aklımızın ucundan bile
geçmemişti giderken. 14 gün yoğun bakımda geçti yarı acılarla, yarı acısız.
Genelde uyutulduğun söyleniyordu, solunumda zorlandığın için.
17 Ocak 2007 sabahı aradılar ablaları temsilen Elgin, “hadi
gel hep birlikte burada olalım” diyerek. Anlamıştım, hiç beni çağırmamışlardı
ki yaptığımız program dışı. Anlamıştım senin gittiğini, inanmadım, inanamadım,
konduramadım annem gideceğine. Belki bir süren yatakta geçer sandım, bir süre seninle
oluruz sandım ama annem gideceğini hiç sanmadım.
Seni gitmeden bir gün önce, yanına seni görmeye girdim,
dayanamayacağımı söyleseler de, engelleseler de beni. Annemdin, acın dayanılır hal alırdı seni görmemle. Sen canın
için savaşırken nefesinde, nefesin bile yetmezken sana, sadece saçlarında
gezinirken elim, dilimden düşen kelimelerin hiç birini duymuyordun. Senin
yanında kalsaydım eğer daha fazla, o sesiz, sadece sesi kıran makine seslerini
benim çığlıklarım, katılarak ağıtım bozacaktı zira anne. Senden özür dileyerek
ayrıldım, duymadığın halde beni. Seni görmeden önce senin için hiç olumsuz
düşünmezken, o anda belki de annemi bu son görüşüm olacaktı dedim.
Çok çaresizdim anne çok, senin için keşke bir şeyler
yapabilseydim. Bir soluk verebilseydim kendimden. Seni istediğin yere
götürebilseydim, senin o güzel narin ellerinin tırnaklarını bir bir
kesebilseydim, o her zaman ağrısı dinmeyen bacaklarını ovabilseydim. Ve sen
“senin elin değince iyi geliyor, hemen geçiyor ağrılarım” diyebilseydin. Seni son
bir kez güldürebilseydim anne.
Ama hiçbir şey yapamadım anne, hiçbir şey.
Ne zor bilsen anne. Olmadığını bilmek, seni görememek,
sesini duyamamak. Sana sarılıp sımsıkı öpememek. Annem benim, gitmek istiyorsan
çabalama git dedim günlerce kendi kendime. Eğer kalacaksan da hadi bir kez daha
çabala ve nefesini al, kalk artık dedim. Kendimi hep teselli ettim yazılarımla.
Sen nice acılar çekmiş biri olarak bir kez daha başarabilirsin
anne. Her şeyden önce dördümüze hayat vermişsin. Seni tebrik ediyorum anne. Ben
birine bile cesaret edemezken! Anne, sen onca çocuğunu da kaybetmişsin bizi
yaşam verdiğin kadar. Kalk artık anne.
Onca boğazı o koca tencerelerde en azıyla en lezzetli en
bereketli hale dönüştürüp, yoktan var edip, sanki sofralarımız her gün o
zenginlikteymiş gibi gösteren sendin anne. Oysa ki senin tadın bulaşırdı o
yemeklere. Yiyen bir daha gelip yemek isterlerdi her yaptığın yemeği. Dillere
destandı elinden her çıkan iş gibi.
18 Ocak saat on buçuk, işte sen kararını verdin ve gittin
anne. Yarın da hep kalacağın yere bırakacağız seni. Ben ölümü ilk seninle
tadıyorum. Kötü bir duygu anne. Varsın ama yoksun, bu garip çok garip bir durum
anne.
Yıllardır ölümden bahsederdin, ben ölümle alay ederdim. Hiç
aklıma gelmezdi seni kaybedeceğim. Tatlı annem, acı çekmedin umarım yatağında.
Yeteri kadar acıtıyordu seni her şey. Benim küçük kızımdın sen. Seni koklamak,
seninle şakalaşmak ne kadar hoşuma giderdi bilir misin? Sen de çok hoşlanırdın
benimle olmaktan. Gezmelere gidecektik anne...
Ne olacak anne onca sevdiğin eşyalar şimdi? Her şeyini şu an
senin gidişin için kullanıyoruz. Ölüm için sakladığın yataklara nasıl yatarız
biz anne. O yün yataklardan sen de sıkılmıştın biliyorum. Ama sen bu günleri
yaşayarak tecrübelerine taşıdın, biliyorsun onun için bu yün yatakları kendi
gidişine sakladın.
Olsun, bir süre sonra yaşam kendi seyrine dönecek, yavaş
yavaş olanlar unutulacak. Tesellim benimle kırk bir yaşıma kadar beraberliğin
olacak. Ben en şanslı insanlardanım anne. Benimle kaldın ya bu yaşıma kadar,
teşekkür ederim sana anne. Seninle arabamıza binip gittik ya bir yerlere,
gezdik ya seninle, seni istediğin yerlere götürdüm ya anne. Keşke daha sağlıklı
günlerde olsaydı da bu imkanlar, daha da tadını çıkarsaydık anne.
Babam seni çok seviyor anne, bunu belki yalnız kaldığınızda
biliyordun, sana hissettiriyordu ama, inan seni çok seviyor. Ben babamı böyle
ağlarken ilk kez görüyorum anne. Belki de sen onu çok seviyordun da onun son
kalp krizine tanık olduktan sonra onu kaybetme acısına dayanamayacağından acele
ettin anne.
İnanmıyorum anne, gerçekten inanmıyorum. Gittiğine, gitmiş
olacağına... Başın sağ olsun diyorlar, senin için bana. İnanmıyorum.
İnanamıyorum, gitmiş olduğuna. Yoğun bakım da yatışın, o kutunun içinde oluşun
ve kutu açılıp ta kımıldamadan o bembeyaz mis kokulu kumaşın içinde yatışın. O
sessizliği, o donukluğu anlayamıyorum. Yine varsın, yine benimlesin ama benimle
konuşmuyorsun, hareket etmiyorsun.
İnanmıyorum, inanasım gelmiyor anne.
Sanki sen hep benimle olacaktın, hiç gitmeyecekmişsin gibi
geliyordu. Ne kadar yabancıydım her şeye. İlk kez o ortama senin için
giriyordum. Çünkü sen vardın anne, senin beni, benim seni hissedemediğimiz andı
o an. Sen ilk kez bana seslenmedin.
Seni kaybedeceğimi hiç aklıma bile getirmezdim. Gerçekten,
hiç bir zaman benden ayrılacağın aklıma gelmezdi. Sana çok bağlıydım anne.
Sen bu günler için hazırladın o evi. O kaşık çatal bıçak
takımını, o çok beğenip te bakmaya doyamadığın perdelerin sen yokken bile senin
için orada asılıydılar anne. Senin sevgin, senin bakmaya doyamadığın
perdelerin, seni temsil edercesine orada asılılar anne.
Şimdi ya size uğrayacaktım kendiliğimden, ya da daha önceden
belirlemiş olacaktık. Ya da telefon açıp ya bir şey istemiş olacaktın, ya da
benim için pişirdiğin çorbayı içmeye gelecektim.
Anne ben inanmıyorum hala.
Benim canım annem. Bugün mü ayrılacaktın bizden?.. İzin
verseler evime gidip yalnız yapayalnız kalmak istiyorum anne. Bu dayanılmaz acıyı
saklamadan ağlamak istiyorum”.
2 Şubat 2007
YENER BALTA