BABAMA,
Babam
için sonu gelmeyecek uzunlukta yazabilirim. Babamı en iyi anlatacaklardan
biriyim. Babam boşuna koymadı bana bu ismi. Hem hakkettiğimi düşünüyorum, hem
de hakkını verebileceğimi...
“B A B A S I N I N K I Z I”
Umuyorum!
Yazıya
başladığımda sadece yazıyordum, ama babamın beni desteklemesi, her yazımda tek
ve öz okuyucum olması ve ne olursa olsun yazmaktan vaz geçmememi sıklıkla
yinelemesi, beni güçlendirmişti. Ve ilk okuduğu yazımla, devam eden yazılarımla
babamdaki mutluluğu yakalamış ve neredeyse onun için yazan olmuştum. Yazdığım
her yazımı onunla paylaşıyordum. Heyecanla, gerçekten heyecanla okuyacağı
süreyi beklerdim. Ve cevabı gelirdi... Ve öyle güzel satırlarla yanıtlardı ki,
defalarca okur mutlu olurdum. Her bir notunu özenle saklarım. Babamın her
satırı değerlidir benim için...
Evet
babam için yazıyordum.
Tek
okuyanım, tek destekleyenim, hep olumlu eleştirmenimdi.
Yazıyor
olabilmemi de yine babama borçluyum.
Teşekkür
ediyorum.
***
O kitap diğer kitaplarının bir sembolüydü.
Hastane
odasındayız, babam sonradan öğreneceğimiz son yoğun bakım odasına geçecek.
Odadaki babama ait eşyaları o yanımızdayken boşaltalım istedik. En son okumak
için isteyip de getirdiğim kitabını “Dinli Dinsiz Tartışıyor” u nefesinin
yetmediği için oksijen maskesi takılı olduğundan göz ve parmak işareti ile
benim almamı istemişti. O kitabı elime aldığımda aslında bütün kitaplarını bana
emanet etmişti.
***
Babam bana en büyük mirasını
bırakarak gitmişti.
Benim
yazmam, onun kitaplarının her aşamasında yanında olmam onu sonrası için
rahatlatmıştı. Biliyordu ki babasının kızı kendisinin bıraktığı yerden devam
ederdi...
“İYİ” insandı benim babam.
Herkes,
babamı bilen herkes nasıl bir insan olduğunu “iyi” bilir. İyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük gibi değerlerin
bir bütünüydü kendisi. Fikirlerini, düşüncelerini her zaman açık yüreklilikle
ifade eden, bunları kitaplarında aynen yazan babamın, günlük hayatta en
yakınlarını dışında bilinmeyen yanları da ilginçtir...
Azim babamın diğer adıydı...
Yoktan
var olmaya inanmayan babam aslında bu fikri kendisi, kendisini var ederek
çürütmüştü. Anılar bölümünün ilki olan “Bir Aydın Adayı” kitabında nerelerden
nerelere geldiğini, nelerle mücadele ettiğini, hayatta belki de kimselerin
başaramadığı zorlukları yenerek kendini “var”
etmişti.
İlkokul
mezunu bile değilken, anasız, aşsız, anlayışsız, işsiz bir yaşamdan, dört kız
çocuğu ile hayatın zorluklarını annemle birlikte göğüsleyip, yokluk içerisinde
hedefinden bir gün olsun yılmadan, büyük mücadeleler vererek, nice zorluklarla
okumuş, yazmış, öncü olmuş, aydın ve yetmemiş bilge olmuş benim babam. Ve ben
bu mücadelenin içerisinde küçücük bir çocukken öyle güzel korunmuşum ki, bir
gün olsun bu mücadeleyi bize yansıtmadan üstesinden gelmiş mucizevi insan babam
ve annem.
Annem;
öyle fedakar bir insan... Bu mücadelenin belki de gizli kahramanı...
Azim
hayatının bir süreciydi. 75 yaşında, daktilodan bilgisayara geçen, onu
öğrenmekle yetinmeyip kendi internet sitesini yönetendi...
Evinin duvarları kitaptandı.
Okumak
onun için hiç de zor değildi. Yemek gibi, içmek gibi günlük hayatta yaptığı
rutin bir şeydi. Yazmak da...
Her
konu ayrı bölümlerde, yazarların kitapları bir aradaydı. Aradığı kitabı onca
kitabın arasından rahatlıkla bulurdu. Önceden kendi aldığı kitapları,
sonrasında yaşı ilerleyip dışarıya sıklıkla çıkamayan babam benden almamı
isterdi. Bazen doktora, hastaneye zorunlu kendi gitmesi gereken bir yer için
çıktığında mutlaka bir kitapçıya uğramak isterdi... Bir de Ankara’da her yıl
olan kitap fuarına. Orası kendi dünyasıydı onun, orada kaybolurdu. O kitaplar
arasında kaybolduğu anı fotoğraflamıştım.
Düzen onun için vazgeçilmezi
değil, normaliydi...
Yatarken
ve evden çıkarken çıkarttığı terliği hep bir çift olarak yan yana dururdu.
Çalışma masası, kullandığı her şey, yaşadığı her yer düzen içindeydi. Oturma
odasındaki, oturduğu koltuğun yayındaki yaşam alanı; kitaplar, gazeteler,
dergiler, not kağıtları...
Sayısız
kullandığı ilaçların bir listesi vardı, bir de masasının üzerindeki raftaki
kutuya öyle düzenli yerleştirirdi ki kutularını, hayran kaldığım detaylardandı.
O ilaç kutusunun fotoğrafını çekmiştim.
Ölçülüydü her konuda...
Siz
hiç bir lokma ekmeği fazla gelecek diye yemeyip kalan ekmeklerin yanına koyanı
gördünüz mü? O bir lokma ekmek ölçüsünü kaçıracağı için ağızına atmaz, zayi
olmasın diye çöpe atmazdı. Tabağına aldığı yemeğin bir ölçüsü vardı. Fazlası
zarardı. Ana ve ara öğün kavramı hayatı boyunca vardı. Tadına bak diye uzatılan
bir lokmayı ağzına atmaz, “yemek zamanı yerim, kalsın” derdi. Tabağına aldığı
küçük öğün yemeğini bir saatte yer, fazlasıyla çiğnerdi.
Programlıydı benim babam...
Biz
küçükken gelen misafirler geç saatlere kadar kaldıklarında, “kusura bakmayın
benim yat saatim,” diyerek durumunu bildirir yatardı. Bu babam için normaldi.
Uyku zamanına kalan misafirde isterse bizde yatardı. Yaşı ilerleyip (işleri
biten!) misafirler gelmez olduğunda, kendi ziyaretçilerine de belirlediği zaman
içerisinde belirlediği sürede görüşeceğini söyler, eğer konuşma uzarsa sürenin
bittiğini hatırlatır, geleni yolcu ederdi. Verdiği saate gideceği yerde olur, aksatmaz,
aksatanı da uyarırdı.
Yemek,
çalışma, uyku, dinlenme, okuma, yazma hep saatliydi. Belki de evinin her
bölümünde saat olması bundandı.
İnsan sarrafıydı, bir görmesi
yeterdi...
Bir
kez görmesi, bir kaç cümle söylemesi, oturmasından, kalkmasından kişinin ne
olduğunu hemen anlar, ona göre davranırdı.
“Ey ağam, anlaşıldı!..” der konuyu keser gerekeni yapardı. Lafı uzatanı,
gereksiz konuşanı, boş boğazı pek dikkate almazdı.
İnsan davranışlarını çözmüştü.
Hayatı
boyunca iyiler ve kötülerle (ki kötüler sanki daha çoktu) bir arada olmuş,
düşüncesinden, davranışından, konuşmalarından, değerlerinden ve değer vermediği
maddiyat yüzünden bile çevresinden darbeler almış olsa da birinin bile üzerinde
durmamış, gerekeni yapmıştı. İnsana, insandır deyip, “beşer de, şaşar da”
sözünü uygulamıştı... Kin beslememişti, en kötülerine bile...
Sevenlerin
yanındaydı...
Sevenlerin
yanındaydı. Toplum (ana-baba, yakın çevre) onaylamasa da o onaylayandı.
“Sevenleri ayıramazsın” bırak kendi anlasın, mantığı ile sevenleri
birleştirendi, yanlış doğru... Sevgi görmemiş yaşamında sevginin nasıl bir güç
olduğunu iyi bilirdi. Sevginin kendisine güç kattığını, bizleri sevgisiyle
büyüttüğünü çok iyi bilen ben, bu yaşıma kadar bir gün olsun babam tarafından
incitilmemişimdir. O’nun sevgisini bu yaşıma kadar hissetmenin verdiği duyguyu
anlatamam...
Para onun için amaç değil,
araçtı.
Öğrenciler,
okuyan araştıran varsa eğer mutlaka yanında olur, yönlendirir, “cebinde dursun,
lazım olur” der para verirdi. Geliri olmayana yardım eder, bundan kimselerin
haberi olmazdı. Her ay maaş gibi yardım ettiği yakınları da vardı. Bayramda
yanına gelen çocukların bayram harçlığını eksik etmezdi. Bayramların eski
tadını yaşatmak isterdi o yanıyla...
Olmayanın yanındaydı babam!
Yenimahalle’de
kömürle, odunla ısındığımız evimizde maddi gücü olmayan komşumuz için kilitli
olmayan kömürlüğün kilidi onlar da alabilsin, ısınabilsinler diye açık
bırakılırdı... (Annem bazen itiraz etse de
bu duruma, babam; "alttan yakıldığı sürece bizim ev daha sıcak olur
hanım" diyerek, annemi rahatlatmaya çalışırdı. Annem çalışmayan kocasının
sorumsuzluğundan dolayı tepki verirdi aslında. Yoksa esirgediğinden değil,
babam kadar yufka yürekliydi kendisi de.)
Hayatı
boyunca var olduğu için değil, kendinde olanı hep ihtiyacı olan başkaları ile
paylaşmıştı...
Çağın ilerisindeydi benim
babam...
Çağın
ilerisindeydi, dinle, parayla, lafla hiçbir şeyin olmayacağını bilir,
çıkarcılarla, düşünemeyen toplumun içerisinde üreterek kendi yolunu bulmuş,
herkesin önüne geçmiş, örnek hatta ışık olmuştu...
Sözünün eriydi...
Söz
verdiği şey ne ise unutmazdı, yapardı. Söz aldığı şey neyse bekler, olmazsa
sorar, nedenine göre yapılacaksa anlar, yapılmayacaksa ağzına bir daha almazdı.
Sözünde duranın da onun yanında yeri ayrıydı.
Az konuşur, öz konuşurdu.
İyi
bir dinleyiciydi babam. Laf olsun diye konuştuğunu hiç hatırlamam. Bazen bir
söyler, pir söylerdi. Gereksiz bir laf çıkmazdı ağzından... Konuşması sakin,
anlaşılırdı. Bazı zamanlar kendi dünyasından olan arkadaşları ile konuşurken
keyiflenirdi.
Öz temizliği önemliydi onun
için...
Babamı
bu yaşıma kadar sakallı, bıyıklı görmemişimdir. Günlük tıraşını, el yüz yıkar
gibi mutlaka yapardı. Ne zamanki hastane odasında yapamaz oldu, onu da benden
tatlı diliyle rica etti. O anımızda fotoğraflanmıştır. İç temizliği kadar dış
temizliğine de önem verirdi benim babam...
İşte,
insan olmayı, adam olmayı bilen, hayatı gerçekten yaşayan (parada, malda,
mülkte gözü olmadan, maddi sıkıntılar içinde geçse de zaman), yaşamın hakkını
vererek, kendinden eserler bırakan benim babam, eserleri ve Hayri Balta olarak,
Eren, Bilge Balta unvanı ile yaşamaya devam edecek...
İnsan olmanın hakkını veren
babam...
Yazmayı
hiç bitirmek istemeden...
20
MAYIS 2016
YENER
BALTA